23 Eylül 2012 Pazar

Ruhumdan yansimalar...

Gunlerdir darmaduman yasiyorum. Sanki bedenim bir cola sisesi ve ruhumu delicesine salliyor da agzimi actigim anda ruhum kopurerek fiskiracakmis gibi hissediyorum.

Hissediyorum dedigime bakmayin, keza hissizlesiyorum. Dalginlikta ve aliklikta sinir tanimaz halde geldim. Yanima gelip bana dokunup "Huzur, naber?" diyormus insanlar, ben gormeden gidiyorum. Iki dakika sonra telefonum caliyor "Hayirdir, bir yanlisimiz mi oldu?" minvalinde konusmalar yapiyorum insanlarla.

Hissetmedigim icin de yazmiyorum acikcasi ve belki de en azindan belli bir sure hislerime tercuman olan yazilari paylasmakla yetinecegim sayfamda. Bana ait kurulan cumlelere degil de ruhuma atfettigim yazilara elcilik yapacagim...

Hep soyluyorum Aziz Nesin az bile demis. %99'u salak bir Ulke burasi. 3-5 insan alip yuruyor. Belki de sadece yasadigimiz cografya degil Dunya'nin %99'u salaktir. Hatta haindir, zalimdir, acimasiz ve kallestir. Soyler misiniz hangi canli mal-mulk icin evladini dograr, insandan baska? Ya da hangi yaratilmis ego tatmini icin karsisindakinin gozunun yasina bakmadan akil almaz iskencelerde bulunur? 

Bugun "insaniz ve degerliyiz" demek yerine, her yerde katliam, her yerde aci ve gozyasi birakiyoruz. Ece Temelkuran'in cok sevdigim bir sozu vardir: "Artik soykirimlar arasina reklamlar sokuluyor" seklinde. 

Yillardir TV izlemem. Adam akilli bir tane tartisma programi, faydali ve keyifli bir sey yok cunku. Ya keklik gibi avlanan insanlar, ya cinayetler, ya tecavuzler... 

Bizim bosa gecirecek vaktimiz yok. Yavas yavas suruklendigimiz ucurumu goremeyecek kadar apolitik hale getirildik cunku. Ozal cocuklariyiz biz. 88-89 yillarinda baslayip gunumuze kadar ozenle soyutlanan bir kusagiz. Okumayan, arastirmayan, en onemlisi SORGULAMAYAN bir kusagiz. Insanlar 70'li yillarda sindirildi, susturuldu ve geleceklerine ogutleyebilecekleri "Aman cocugum, uzak durun!" oldu.

Uzak kaldik, bakin ne haldeyiz suan: Izmir'in ortasina Amerika fuze yapim merkezi kuruyor, yurdum insani "minare" saniyor. Trabzon'da nukleer santral kurmak icin ugrasiliyor, halkim direniyor ve dayak yiyor 70 yasinda teyzem "ben doganin zarar gormesini istemiyorum" dedigi icin. Telekom ozellestiriliyor, her gun dinleniyoruz; ama gikimiz cikmiyor. Yaz boyunca akar-yakita 3 kere zamn yapildi. Yaz basinda 4.30'larda benzin aliyordum, dun benzin alirken bir baktim 4.74 olmus. "E daha dun 4.58'di." dedim pompaciya "Abi, dun gece geldi zam" dedi. Yine bir tepki vermiyoruz.

Son zamanlarda bir sey cikti: kanser riskinizi arastiriyorlar Amerika'da. Yani hastaliklara yakalanma ihtimalinizi arastiriyorlar "tukuruk" orneginizi alip. Tabii sonrasinda genetiginize bakiliyor. Bana nedense hic masumane gelmedi. Hatirlar misiniz Amerikan bilimadamlari yillar once denizlerimizde gecmisimize yonelik arastirmalar yapmisti, acaba ne tur kalintilar var seklinde ve bir sekilde insanimizin gen haritasini incelemislerdi. Bunlar hep kasitli yapilan seyler. Bizi bir sekilde bitirecekler; ama oyle topla tufekle degil. Curute curute, icimize "insansizligi" naksede naksede...

Ne yana baksam icim aciyor. Belki de sagligimin iyi olmamasindan kaynakli yersiz bir duygusallik ve alinganliktir benimki; ama bilmiyorum, sadece guzel seyler gormuyor ve hissetmiyorum. 

Ezgilerle kalabilmek dilegiyle;








17 Eylül 2012 Pazartesi

Düşlerinde Ne Var Çocuk ?

"Yürü be çocuk, yürü...
Yavaşladın yine !
Yetmedi mi tükendiğin, bu kaçıncı ömür
bu kaçıncı sene ?
Feda ettiğin her bir saç teli yas tutar ardından

günah değil mi be çocuk !
Çocuk dedim ya harbiden öylesin,
bi büyümedin, bi büyütemedim seni
Ne durdan - sustan anlarsın ne de sözden...
Geç artık bu hayal ötesi sevgilerden,
bırak gitsin deme ama,
bırak gitsin giden, yoktun,
hiç olmadın ki kalbinde zaten...
Toparlan artık daha yapılacak çok işimiz var
bitmeden nefes, bitmeden beden...
Arkanda gamzelerinden birini bırak, hediye et
diğeri sana yeter
Çek git artık,
hatta yürüyerek göç edemiyosan buralardan
ya da istediğin uzaklara yaklaşamıyosan,
koş! koş artık çocuk...
Bu sefer bari geç kalma hayata;
Belki seni bekleyen birşeyler vardır, orda !
Uzaklarda..." (Alintidir)












10 Eylül 2012 Pazartesi

Manik Seyyah

Yaklasik 4 gundur geziyorum ve ortalama 3000 km'lik bir turu tamamladim. Meshur tarihi evleriyle Safranbolu'dan baslayan yolculugum, Ege'nin nadide guzelliklerine sahip Kusadasi ve Soke'ye kadar uzandi.

Yil 1993, Huzur mahluk Karadeniz'den cikmis ve maaile Ege Kiyisi'ni gezmisti. Ta Oludeniz'e kadar. Ne hatirliyorum? Hicbir sey..

Yil 2012, Kusadasi'ni yeniden gorme sansim oldu. Ege'yi cok bilmem, hatta hic bilmem. Univesitedeyken Izmir'e gitmistim 3-4 gunlugune; ama insanlari "ukala" bir tavir icerisindeydi. Ne yana baksam vakur ve asagilayici bakislari hissediyordum. "Burasi sana uygun degil Huzur, hic bakma!" deyip sayfayi kapatmistim. Mamafih, Kusadasi'na bayildim. Kucuk, sirin, civil civil bir yer. Sanirim orada yasayabilirim. Vazgecilmezim deniz ve yesil+ candan insanlar var etrafta, daha ne isteyebilirim ki?

Bir sehre ilk kez gittigimde esnaflarini ve insanlarini fazlasiyla gozlemlerim. Guleryuz gormussem ya da adres sordugumda insanlar durup anlatma zahmetine katlanmissa sozlusune ve insanligina "+" veririm :)Aynen oyle oldu. Her zamanki gibi kayboldum, yon duygum sifir oldugu icin ve 35 yaslarinda bir beyefendi sagolsun yardimci oldu. Tamam dedim, benlik burasi. 

Bol bol gezdim, bir ogretmen arkadasta kaldik aslen orali olan. Annesi harikalar yaratmis. Hele borulce...Nasil ozlemisim.. Deniz borulcesi yoktu gerci; ama olsun bu da cok guzeldi. Kahvaltida yedigim meshur Ege zeytini... Bayilirim. Hele kekik ve pul biberle harmanlanmis o yaga ekmek banmak, muthis bir lezzet...

Agiz konusan insanlara tebessumle bakarim, nazarimda daha ictendirler ve oldugu gibi hitap ederler karsilarindakine. Gonullerinde kotuluk olmadigi, sozcuklerine yansir, o tatli sert mayhos kivamda... Sofrada insanlari beklerken arkadasimin annesi "Ne bakip durun oglum, yesene" deyince ayni tebessumle davrandim catal-bicaga...

Gezmeyi, yeni yerler ve insanlar gormeyi cok seven biri olarak Kusadasi ve Soke'yi hayli begendim. Her ne kadar atmosferin sicakligindan hazetmesem de insanlarin sicakligina hayranim. Bu beni en cok etkileyen seydi belki de gordugum yerlerde.

Donus yolunda ise bol bol dusundum her zamanki gibi. Insan Fizan'a da gitse dusuncelerini evinde birakamiyor maalesef. Gelecek ne olacak, ne olacak, ne olacak...Yaklasik 820km boyunca bu sorunun cevabini dusundum. Kocaman bir sessizlik vardi bombos yuregimin icinde. Sunu farkettim: artik icim yanmiyor, sadece hissizlesmis durumda. Bagirmak yorucu geliyor, bu duzene isyan etmek sanki gunluk rituelini tamamlamaya calisan inancsiz bir Papaz'in aksam duasi misali...

Yogunluk ruhumu gecip bedenimi de sarmaya basladi. Nefesimin kesildigini daha sik hissediyorum ya da organlarima surekli birileri faca atip arkasindan da tuz basiyormus gibi anlik ve keskin acilar duyuyorum. Evet, bu iyi olmamanin belirtileri; peki o halde iyilik nerede? 

Bunalimi en yogun hissettigim anda da dilimde Gulay'in o billur sesinden bu turku;

"Cok yasayan 100'e kadar yasiyor,

Gel de bu ruyayi, yor deli gonul..." 




Neyse cok derinlesmeye gerek yok, biraz da bodoslama devam edelim. Sonuc olarak: Ege, seni sevmeye basladim!

6 Eylül 2012 Perşembe

Hüznün Gölgesinde...

Yorgunum... Günlerdir hissettiğim tek şey yorgunluk... Elim kalkmıyor ki bir şeyler karalayayım. İçim almıyor hayat seni. Birbirimize katlanamadığımıza göre neden noktalamıyoruz ki bu birlikteliği. '' SİKTİR GİT!'' diyorum sana; ama o kadar yüzsüzsün ki  yapışıp kaldın bana...

Sanırım hayatımda hiç ağlamadığım kadar ağlaıyorum son bir haftadır. Bir noktaya dalıp gittiğimde yanaklarımda o ince sızıyı hissediyorum. Müzik dinlerken, yolda yürürken hatta araba kullanırken. Ağlamak acizliktir benim için, hele ki yanımda birileri varken. O zaman gavurluğum hepten tutar sıkarım kendimi iyice, ama o kadar laşkalaşmış ki sinirlerim sürekli sulu sulu izliyorum yaşamı...

Sindirilmiş bir umutsuzluk ve inançsızlık var bedenimin her zerresinde. İnsanlar acıyarak bakıyor suratıma ''vah vah, yazık ne olmuş bu çocuğa..'' Gidip elimin tersiyle yapıştırasım geliyor o insanlara, hıncımı alabilecekmişim gibi. Şunu farkettim: İnsanın içi ne kadar yanıyorsa, dışarıya da o kadar harlıyor. Ateşini söndürebilecekmiş gibi...

Bir tane oğlum var benim, sahilde mendil satıyor. O kadar efendi ki yanında yürüyüp yapışkanlık yapan çocuklar gibi değil. O yüzden seviyorum onu. Gelir ''bugün mendil alacak mısın abi?'' der, ''bozuğum yok oğlum'' dediğimde ''canın sağolsun abim'' der ve gider. Ya da para üstü vermeye çalışır insanlara. Sanki hayat bir şeyleri fazla fazla vermiş de ona üstü kalsın der gibi.. 

Yüzüne biri tokat atmış geçen gün 5 parmak iz vardı. Yanıma gelince sordum ''top oynarken yanlışlıkla bir amcaya gitti de top, o da vurdu'' dedi. ''Yapılır mı bu benim oğluma'' dedim içimden. Sohbet ettik biraz ''doğru söyle yavrum sen mi satıyorsun yoksa baban mı satmanızı istiyor?'' diye sordum ''Yok abi harçlık yapıyorum okul için'' dedi. ''Çocuklar kantine inip çikolata yerken benim de canım çekiyor, babam 2tl veriyor bana günlük, yetmiyor'' diye anlattı. Hem dinledim hem ağladım o söylerken. 

Hiç çikolata şeker gibi isteklerimin olmadığını ya da olduysa da hatırlamadığımı farkettim. Hiç harçlık almadım ben okul hayatım boyunca. Nefret ettiğim için o adamdan parasını da istemezdim. Evden ekmek arası götürürdüm sürekli, gocunmazdım da. Annemin hazırladığı ne varsa zehir olsa lezzetliydi benim için.

Konuştuktan sonra mendil satan oğlumla eve geldim. Gecenin kör saati balkonda elimde sigara, gözümde yaş yıldızlara bakıyordum ''Allahım dedim, 1 trilyon para çıksa bana bir yerlerden. 2 tane apartman satın alıp bulabildiğim tüm kimsesizleri içine doldursam, yemekler yapsam onlara, hediyeler olsam, gözlerindeki mutluluğu görsem...1 günlük de olsa hayatlarında hoş bir anı olsa...''

Ahtım var, yanlışlıkla bir iş sahibi olursam çocuk okutmak istiyorum. Elimden gelse de Nijerya, Çad, Myanmar gibi ülkelere gidip o insanlara yardım etsem. Ne yaptığımın hiç önemi yok, yeter ki yardım etmiş olayım. Ne para ne de çıkar bekliyorum. Sadece mutlu olduklarını görmek istiyorum. Öylesine yardıma açlar ki...

Yakın bir Doktor tanıdığımız gönüllü olarak Nijerya'ya gitmişti. Geldikten 2 hafta sonra tekrar gideceğini öğrendik ve sohbet ederken evde yığınla iç çamaşırı gördük. Beden beden belki 500 belki 1000 tane atlet kilot. ''Bunlar ne için?'' diye sorduğumuzda şunları söyledi: ''Nijerya'da çocukların kıyafeti yok. Ergenliğe girene kadar çıplak geziyorlar. Sonrasında şanslı olanlar çul çaput bağlıyorlar. O da yoksa anadan üryanlar hepsi. Ben de hasta olarak yanıma gelenlere dağıtacağım'' dedi. Kendisi 2.görevini de tamamladı ve Türkiye'ye döndü. Yeniden konuşurken ''Dağıttınız mı götürdüklerinizi?'' diye sorduğumda '' Evet, gelen her çocuğa vermeye çalıştım'' dedi. Hatta ''yarın kontrole gel'' dediklerinin üzerinde dağıttığı çamaşırları göremeyince ''Hani size verdiklerimi giymemişsiniz'' deyince ''Bizim hiç kıyafetimiz yok, onları bayrama saklıyoruz, o zaman giyeceğiz'' demişler. Şuan yazarken dahi gözyaşlarımı tutamıyorum. 

Ayakkabı olarak pet şişeleri ezip, arasına delik açıp, ip geçiriyorlarmış ve parmak arası terlik gibi onları giyiyorlarmış. Parmak arası terliği çok severim. Ne zaman kendime terlik alacak olsam aklıma Nijeryalılar geliyor...

Sonra Ülkemdeki insanlara bakınca iğreniyorum türümden. Orada insanlar aç biilaç gezerken nice DANGALAK da ''ayyyy i phone 5 çıkıyor, hemen almam lazım'' şeklinde geziyor sokaklarda. O kadar gerizekalıyız ki tarife sığan bir kelime bulamıyorum insanlığı tanımlamak için. Dünya'nın %90'ı omzundan yukarısını ''haybiye'' taşıyor. Başka açıklaması yok!!

Kendimi anlatmaya başlayıp yine insanlığa çevirdim rotamı. Belki de o yitirilmişliği ve karamsarlığı paylaştığım için döküldü parmaklarımdan o insanların dramı...

Beni bu ara anlatan en güzel şarkı bu sanırım;

''Büyü de baban sana, büyü de büyü

 acılar alacak, yokluklar alacak

büyü de baban sana...''