23 Temmuz 2013 Salı

Ömür Dediğin...

O kadar doluyum ki öfkeden ne kusacağımı bilemiyorum. Gözü dönmüş Arena boğası gibiyim. Hayat da kırmızı örtü sallıyor sanki '' Huzur baaak burdayım'' der misali... Etrafımdaki kötülüklere ruhumda budaklanmış tüm boynuzları takmak istiyorum.

Her gün biraz daha nefret eder oldum bu Ülke'den! Neyin amacını yaşamaya çalışıyoruz, anlamıyorum. Ne insanın kıymeti var bu coğrafyada ne de insanlığa beslenen umutların... İki öğretmen daha veda etti bu düzene. Yıllarca emek vermiş, çaba sarfetmiş; ama lanet olası, saçma sapan bir sınav yüzünden yumdu gözlerini Mehmet Sadık Güneş öğretmen. Yattığı yer soyadı gibi ''Güneş'' ışıklarıyla dolu olur umarım. Bu düzenin vermediği ışığı, kendi ruhu zerk eder ebedi istiratgahına...

Diğer üzücü olan Murat Karabaş öğretmenin içim yanarak söylüyorum ''bok yoluna'' gitmesi... Beden Eğitimi öğretmeniymiş kendisi; madalyaları ve dereceleri olan. Eğer kıstas gerekiyorsa en alasına vakıfmış yani. Babası Başbakan olmadığı için DANIŞMAN değil, İNŞAAT İŞÇİSİ olarak çalışıyormuş ağabeyine yardım etmek ve 29 yaşında ''cep harçlığını'' çıkartmak için. Yazarken içim yanıyor, yüreğim burkuluyor. Arkasında gözü yaşlı insanlar bıraktı ve ''takdir-i ilahi'' bu olduğu için 8,5 metrelik bir çukurda yumdu gözlerini.. İnceleme başlatılmış, her yere cm cm bakın tamam mı? Belki umutlarını bulursunuz Murat öğretmenin, nişanlısıyla hayal ettiği geleceği, o inşaat için bıraktığı alın terini, kalifiye olmak adına var gücüyle sarfettiği uğraşını, en önemlisi insanlığını... Hayatta kazandığın zaferle uyu Murat öğretmenim; lütfen rahat uyu olur mu? Bu düzen seni yeterince üzdü, hakkındır huzurla uyumak. Yattığın yer pamuk ve nur olsun...

Hatırlar mısınız yine ''ücretli öğretmenlik/kölelik'' yapan bir öğretmenimiz vardı, adını hatırlayamadığım için özür dilerim, yazın geliri olmadığından okula kitap taşıyıp çocuklarına ekmek alma savaşı verirken kalp krizi geçirip yummuştu gözlerini hayata. Ne kadar çok eğitim zaiyatımız var değil mi? Ne tesadüftür ki hepsi halktan insanlar; alın terinin kutsallığına inan, etiketin gölgesinde soluklanmak yerine emeğinin ulviliğnde şahlanan Ademoğulları... Sen de yalvarırım rahat uyu öğretmenim. Hatta adını hatırlamadığım, bilmediğim ve emek yolunda hayatını masaya koyan bütün insanlar, hepiniz rahat uyuyun...

Bunca yaşanmışlığa, daha doğrusu yitirilmişliğe, sessiz kalmak canımı o kadar yakıyor ki. Acının verdiği öfkeyle gırtlağına yapışmak istiyorum tüm sorumluların. ''Ne değişecek?'' diyorum. Amip misali birini bitirsen, 4'ü 5'i türemeyecek mi başka yerlerden?

Bu insanların hepsi nitelikliydi, değerliydi, emek sarfedendi. Ya meclis koltuğunda uyuyanlara ne demeli? O koltukta şekerleme yapmak için ''okuma-yazma'' bilmek ve para sahibi olmak yetiyor. Yani eğitimin bir önemi yok! Okudukça eksilen bir Ülke burası. Ne kadar çok bilirseniz, o kadar değeriniz azalıyor. Hakiki gümüş misali yıllandıkça kararıyorsunuz..

Dilerim bir yerlerde adalet olgusu varsa tez vakit terazinin kefelerini ''insani'' doluluklarla taçlandırır. Yitirdiğimiz tüm değerlere her daim dua ile...

''Bir insan ömrünü neye vermeli,
Harcanıp gidiyor ömür dediğin...''


9 Temmuz 2013 Salı

Olmasa da olur...

Acıklı duygular kımıldamaya başladı içimde.
Baharatı daha bol gözyaşlarımın.
Nefesimde hafif isyan,
Gözlerimde kesif umutsuzluk...

Baktığım her nokta buğulu şimdi.
Sis perdesinin altında düşlerim,
Gri'nin tüm tonlarına bürünmüş..
Sanki kendisi hayatın çok renkliymiş gibi...

Deli saçması tüm yazılanlar.
Düşler gereksiz,
Gelecek gerekçesiz,
Öylesine akıyor saniyeler...


7 Temmuz 2013 Pazar

Ruhumda köşe bucak

    Yine nefes almaya üşenir moddayım. Sorgulama, sorgulama, sorgulama... ''Bok var!'' diyorum kendime bazen, ''yeter be, ne düşünüyorsun bu kadar!!!''. Olmuyor maalesef, elimden geldiğince kendimden kaçıyorum; bakıyorum bir arpa boyu yol katetmişim.

    Daha küfürbaz ve mutsuz olduğumu farkettim son 4 yılda. Ne değişti diye bakıyorum: Kendimi kabullendim, 150 küsur iş başvurum reddedildi, 50'ye yakın Üniversite mülakatım torpilsizlikten olmadı, Kpss'ye sanırım 5.kez girdim, onlarca gereksiz insan tanıdım. Hayli ''farklı'' standartlara erişmişim blog, değil mi?

    Sese tahammül edemez durumdayım. Ne içimdeki, ne dışımdaki... Tüm evren lal olsun mümkünse. Müzik dahi dinlemez oldum son zamanlarda. Sadece duruyorum ve bakıyorum. Denize, tavana, ekranlara... Artık kendimi anlatmak için çabalamıyorum, açık vermemek için de... '' Su akar yolunu bulur'' sözü yaşam biçimim oldu. Şunu farkettim: Sen hayata nasıl bakarsan, sana öyle dönüt veriyor. Çok mu ciddiye aldın, naza çekiyor. Umursamıyor musun, peşinden koşuyor. Salıverdim yani blog: hayatı, kendimi, umutlarımı, insanları...

    Yaz için planlarım vardı mesela: İstanbul'da vakit geçiririm, Kaytan'ı ziyaret ederim, İzmir'e giderim vs vs.. Şu an sadece güneş görmeyen odada uyumak istiyorum. Uyuyayım ve uyandığımda artık taşlar yerine oturmuş olsun. Her daim net olmaktan, önümü görmekten yanayım; aksi olunca bocalıyorum çünkü. Onu da elimden aldı bu düzen, sağlık olsun.

    Shakespeare'nin çok sevdiğim bir sözü var: '' Önce hayaller ölür, sonra insan''. Sanırım ben kendi vaktimi beklemeye başladım elimde dilek ağacına bağlanamamış, kefenlenmiş hayallerimle...

    En sevdiğim ve ruhumda-kalbimde özel olan dostum geçen şunu söyledi: ''Kendini sev biraz''. Sanırım olay bu noktada başlıyor, ben kendimi sevmiyorum. Bazen Orta Çağ'ın lanetlenmiş cadıları, Cahiliye Dönemi'nin yakılan kızları gibi hissediyorum. Örselenen ve ötelenen bir şeyler var ruhumda. Her daim viran...

    Kalabalıklar içinde yalnız kalmasının sebebi belki de bu ruhumun. Mavi' nin güzelliğini keşfetme umuduyla suya koşan birinin ufalanmış taşlara takılıp hüzne gark olması misali. Bardağın dolu tarafı denir ya hep, bense ''Bardak nerde?'' diyecek kadar nihilist durumdayım.

    Bilmiyorum blog, bocalıyorum yine. Debelene debelene ruhumda boğulmak yerine göğsümü gere gere hayatta kaybolmak istiyorum.

    Gün, yeni umut ve mutluluklara gebe olmalı ve Güneş, tebessüm saçmalı insanlığa...

2 Temmuz 2013 Salı

GEZDIM ama unutMADIM-AKlimda...

     Gunlerdir alev alev bu Ulke. Degil gunler, aylar hatta yillar oldu sonmeyen bir Nevruz'a gelin edildi kaderi bu cografyanin. Hangi topragi kazsan hayal kirikligi, masum yok oluslar bas veriyor.

     Sanirim hayatim boyunca bir olayin giris bolumunu hic beceremedim. "Da demeden, dan diye osurmak" derler bizim buralarda, benimki de o misal. Hak demeden, haksizliga maruz kalmak. 28 Mayis'ta basladi son demini almasi Turkiye'nin. Fokurdamaya yuz tutan birler, onlar oldu, derken gunler gectikce yuzler, dort duvar arasinda fokurdayan binler tasti sokaklara...

      3-5 agac icin dokuldu insanlar yollara, sonra iclerindeki ocagin altini yakti birileri derken yillarin hesabini sormaya basladilar. Cani istemedi mi "zaman asimi, kendi rizasi, devletin cocugu" diyerek kendince cevap buldu zat-i muhteremler bu gidisata. Bu sefer zaman doldu tasti, insanlar bile isteye kostu geldi, hepsi de bu devletin yetistirdigi " Ozal Kusagi" apolitik, vurdumduymaz, avam, lumpen tiplerdi. Sonra Basbakan'imiz(!!!) sagolsun "CAPULCU, AYYAS" vb. guzel yakistirmalarla ozetledi olayi. Sahsen cok mutlu oldum, acaba kac capulcu  o "bihaber" hayat tarziyla gunlerce direnebilirdi o kosullara? Malum, "mantikli, akli basinda" olanlarin ipini dizginlemislerdi. Yetmezmis gibi "zor tutuyorlardi" yularlarini...

      Insanlar gayet medenice yola cikmislardi halbuki, ta ki devlet olaya el atana kadar. Bu konuda cok soz soyledim, bir cok farkli ilde tepkimi de dile getirdim. Ilk basta guzel seyler olmasi adina oyle umutluydum ki sonra baktim olay Kurt meselesinden, Alevilere, yetmezmis gibi biz "Ibnelere" kadar geldi. Dusundugum tek sey su oldu: Bu olaylarin bu raddeye gelmesinde asil "IBNELIGI" yapan kim?

      Medeniyet dedigimiz olguyu ucundan kosesinden anlamissam sayet edilen laflardan tutun yapilan uygulamalara kadar ben medeniyet gormuyorum. Onu gectim, "insanlik" konusunda suphelerim var. Olaylarin patlak verdigi gun tutup Misir, Fas, Tunus 3 lemesi yapmak hangi kutsalligin gerekliligiydi? Reyhanli'da ates dusmusken Amerika'ya neyin ziyareti yapildi? Sabah saat 5'te uyuyan insanlarin cadirlarina gaz bombasi atmanin bana mantikli bir aciklamasini kim yapabilir? Hepsi bir yana, Polis kardesimiz de dahil toplamda 4 Fidan'in olum sebebini biraz icinde "insan" barindiran bunyelere aciklayamayacak sorumlular. O polis kardesimizi baba olmaktan ve babasini bekleyen bebegi yetim birakmaktan, diger 3 gencimizi hayallerinin ve hayatlarinin baharinda topraga gark etmekten sabikali bu zihniyeti geride kalan ailelerin gozyasi ve ofkesi lanetleyecek en basta.




      2 Temmuz bugun. Sivas'in kavrulmasinin yil donumu. Koskoca 20 yil... Hala daha ne amacla yapildigi bilinmeyen, bir anlik ofkenin mahsulu onlarca guzel insanin topraga gelin edilisinin tam 20.yil donumu. Kendimi ve Ulke'yi biraz sorgulamaya baslayinca okumustum ve dinlemistim o insanlari. Yaslari 20-30 arasinda degisen (Aziz Nesin'i  tenzih ediyorum) onlarca can... Bugun hala duvarlarindan kan sizan bir olay. Sanatin, din mesalesiyle cayir cayir yakildigi bir rituel... Bu Ulke adina bir utanc tablosudur. Gerci "Utanc Tablosu Muzesi" kurmak istesek sanirim Louvre'dan sonra ikinci sirada yer aliriz. Cesidimiz bol malum: Cerkez, Maras, Dersim, Urfa, Corum, Madimak, Roboski, Reyhanli... Ne aci degil mi ulke olarak sadece yikim biriktirmek. Gelecek nesillere birakabilecegimiz en guncel olay: Gezi Parki Direnisi. Bugunun sedasini gelecekten " Yaziklar olsun" size diye almaktan korkuyorum.

    Icimde umutsuzluktan cok ofke hakim bu ara. Etrafimda cereyan eden tum yanlislara ofkeyle yaklasmaya basladim. Kontrolunden cikmis topraklarda yasiyoruz cunku. Bir yanimiz haksizliga dur derken, ote yanimiz gercekleri ve gelecegi baltaliyor "Allah Allah nidalariyla"...

     En cok da dikkatimi su cekiyor, ikili rakamlari cok seviyoruz biz: 2 Temmuz, 28 Subat ve 28 Mayis... Belki de bu yuzden belli donemlerde 2 ILERI belli donemlerde 1 GERI modunda yasiyoruz.

     Ofkenin yeserttigi kotu duygulari "gun isigiyla tutusturmak" umuduyla....