31 Ekim 2013 Perşembe

Kısa soluklu bir ara...

    Hayat insana yol tarif ederken biraz daha keskin davranıyor. Kimisi ilk seferde çakıyor olayı, benim gibi jetonu geç düşenlerin burunlarının biraz sürtmesi gerekiyor mesajı almaları için.

    Eşcinsel olarak 10-0, kişisel olarak 5-0 yenik hayata başlayan biri olarak bir şeylerin ucundan tutmak için bu sefer mesajı daha fazla bekletmemeye karar verdim. Birkaç yıldır yaşadığım sıkıntı ve olumsuzluklar sonunda ''Hayata daha fazla inat etme Huzur'' dedirtti bana ve ani bir kararla askerlik şubesine gidip karar aldırdım. Nasipse önümüzdeki hafta da birliğe teslim olacağım. Anlayacağınız Huzur, asker yolcusu...

    Olmayan huzurum elbette kaçtı ister istemez. Bu Ülke'de LBGT bir birey olarak bu zorunluluğu yerine getirmenin sıkıntısı ve üzerine mantıksızlığıyla bilinen bir kuruma müdahil olmak istemedim hiçbir zaman, ama dedim ya hayata daha fazla inat edemiyor insan; en azından ben bu kadar dayanabildim.

    Okuduklarımdan, araştırıp bulduklarımdan pek de kötü bir yere gitmeyeceğimi öğrendim. En azından, buna seviniyorum. Gidip görmeden hüküm veremem elbette. Hakkımda hayırlısı deyip geçiyorum.

    Yazacak çok fazla şey bulamıyorum. Sanırım önümüzdeki 6 ay da pek fırsatım olmayacak. Girebilme şansım olursa bir şeyler yazmaya çalışırım; ancak şunu belirtmem gerekir ben o dönemi hayatımda yok saymaya karar verdim ve o zamana ait ne bir fotoğraf çektirmek ( ha keza günlük hayatta da sevmem fotoğraf çektirmeyi) ne de bir anıyı hatırlamak isterim. Bir dayatmayı ve bu Ülke erkeklerinin sırtına yüklenmiş saçma sapan bir kamburu atıp gelmek tek niyetim.

    Günlük hayatta görüştüğüm, görüşmediğim; tanıdığım, tanımadığım; blogumu ziyaret edip bu yazıyı okuyan tüm insanlardan dua ve güzel temenni bekliyorum.

    Kimseye veda etmiyorum, sadece kısa soluklu bir ara...

 

22 Ekim 2013 Salı

İsimsiz Hissiyatlar

    Ne oluyor yahu bana? Bu ara ellerim de kalbim de sürekli yazıyor. Düşüncelerim apse yaptı sanırım, bir şeylerin sıkıştırıp dışarı çıkartması lazım bu irini galiba, haliyle yazmaya daha çok ihtiyaç duyar oldum.

    Kaytan ile konuştuk dün. Seviyorum özlem yüklü, uzun soluklu konuşmaları, kelimeleri yarım bırakmamak adına son anda hazırlanan bavul misali ne hissediyorsanız söylemek geliyor ya içinizden, ''şu da vardı, aaa bak bunu unuttum'' şeklinde... Bir bakıyorsunuz sohbet rengarenk bir tatil yolcusu olmuş bile...

    Sanırım aynı frekansı yakalamak böyle bir şey. Bunu yapabildiğim çok fazla insan yok maalesef. Sorunumuz ''aynı dili konuşup aynı anlamlar çıkaramamak''tan kaynaklı, naçizane. Bunu LGBT olarak yorumlayın, aile ilişkileri, arkadaş ilişkileri, sevgili, eş, dost.. Varın adını siz koyun; ama sebep aynı bana kalırsa...

    Güven duymuyoruz, önce kendimize sonra çevremize... Bu duyguya beden biçmek mantıksız geliyor bana, aileye hissedilenle sevgiliye hissedilen temelde aynı şey aslında: eksiklik, yarım bırakılmışlık... Olayı LGBT çerçevesine indirgemek gerekiyorsa kendimizden başlamalıyız diye düşünüyorum. Şunu sorarım kendime eğer bir insan benden bir şey saklıyorsa ya da eksiklik duyduğunu hissediyorsa ''bendeki yanlış nerede?'' Suçlamaya birinci tekil şahısla başladığı zaman insan, diğer zamirler daha derinden nefes alıp şöyle bir içlerine dönme ihtiyacı hissediyor aslında. ''Ben'' diye başladığınız zaman sorgulamaya, karşınızdakine daha ayakları yere basan bir yükleme yapıp kendine bakmasına, öz eleştiri yapmasına elçilik etmiş oluyorsunuz bana kalırsa.

    Daldan dala atlıyorum bugün. Bayramda tanıştığım birinden bahsetmek istiyorum, civar illerin birinde çalışan ve kendi şehrinde HDK (Halkların Demokratik Kongresi) kurulumunun bir delegesi... Anlatmaya başladı içeriğini, misyonunu, vizyonunu... Sessizce ve önemsediğimi belirterek dinledim. Şu cümleye takılı kaldım:
'' Geniş bir yelpazemiz var bizim Huzur. Anti-kapitalist Müslümanlardan tutun LGBT bireylerine kadar. Hatta öyle ki LGBT bireyleri siyasi anlamda çok daha dolu ve bilgililer, gözlemleri ve bakış açıları takdire şayan...''

    Tebessüm ettim '' bu Ülke'nin acı gerçeği bu, insanlar LGBT bireyleri sadece bacak arası olarak gördükleri için omzun yukarısına bakma ihtiyacı hissetmiyorlar. Bugün KAOS GL gibi bir dergiyi kaç insan biliyor, düşündünüz mü?''

    '' Haklısın, ben de o bireyleri tanıdıktan sonra keşfettim KAOS GL'yi.'' dedi. Şunu itiraf etmesi çok güzeldi:  '' Alışkanlıklarımız var, bunu bir yere kadar engelleyebiliyoruz; bakarken garipsemiyorum diyemem ama kabullenmek için savaş veriyorum içimde.'' bu bile bir adımdır ve 'güzel' bir adımdır. Öğretilerimizi sarsan gerçekleri reddetmek yerine kabullenmek için kendimizle savaşmak... İnsanoğlu tembeldir çünkü, kendine ters olan bir şey için mücadele etmek yerine reddetmeyi tercih eder; yorulmak pek hoşuna gitmez. Yeri geldiğinde ben de yapıyorum, inkar edemem.

    Tabi siyasi konulardan bahsederken gözlerinin içinin parladığını gördüm sohbet ettiğim kişinin. Güzel cümleler kurdu benim de HDK' ye ucundan köşesinden müdahil olmam için; ama ben ''yer mi Anadolu erkeği?'' modundaydım.

    Yalnız, kendisi LGBT'yi anlatırken içimden şunu geçirmedim değil '' Neden olmasın Huzur oradaki insanlardan biri...?'' Sonra utandım böylesi bencil düşündüğüm için. Bu tarz bir oluşumu kendime alet etmek bana yakışmaz, yakışmamalı... Ancak, güzel paylaşımlar ve arkadaşlıklar neden olmasın? diyorum. Sonra şu soru mıhlanıyor beynime: Küçük bir şehirde kendini açık etmenin bedeli... İster istemez frene basıyorum.

   Bilemiyorum blog, kafamda soru işaretleri her an birinin kuyruğuna takılıp bilinmezlikle dans ediyorum ve bu sıra müdavi olduğum şu ezgi ritimlerimize nefes oluyor ;




14 Ekim 2013 Pazartesi

Senin bir fikrin var mı Şirin Baba?

 
    Yarım bıraktığım yazıma göz attım şöyle, ''hadi bismillah'' dedim ve başlamak istedim bir yerlerden. Güç sahibinin gücünden ilham alarak. İşte o yazı;


     Kabul ediyorum, hayatın boş tarafında çakılı kaldım. İyi yönlerini görmüyorum, göremiyorum ya da görmek istemiyorum orası muamma ve sanırım, yaşadığım sürece de aynı muğlak tonda devam edecek.

     Şirinler, küçükken en sevdiğim iki çizgi filmden biriydi. Diğerini merak edenler için: Scooby-Doo... Somurtkan şirine hep üzülürdüm o yaşta bile, herkes gülüp eğlenirken o bir köşede neden yalnız diye. Aradan bir kaç yıl geçti, Milliyet gazetesi Şirinler'in serisini veriyordu. Her gün okuldan eve gelince babamın iş çıkışını zor beklerdim. Kapıdan girer girmez elinden gazeteyi kaptığım gibi içinden alıp hemen okurdum o günkü sayıyı. Defalarca okumuşumdur o serinin elimde kalanlarını daha sonra. Bir tanesi de ''Somurtkan Şirin nasıl somurtkan oldu?'' idi.



      Bu ara sürekli o sayısı aklımda şirinlerin. Kimse durup dururken kötü olmuyor maalesef. Orada da anlatılan buydu, belki de çocukların kalbinde hayli nam salmış bir şirinin hayatını kurtarmak, daha masum göstermekti Somurtkan'ı. Ben hep ''Gözlüklü şirin'' olurdum. ''Biğ fikğim vağ Şiğin Babaa'' dediği zaman kafa üstü fırlatıldığı sahnelerde içim acırdı. Sonradan anlayacakmışım ''bir umut yeşerttim içimde'' dediğim zaman hayatın beni nasıl tepetaklak edeceğini. Hazırlık yapıyormuşum daha çocukken meğer..

    Yarın bayram, Kurban bayramı... ''ah nerede o eski bayramlar.. '' demeyeceğim. Ruhum eprimiş olsa da bedenim o yıllara denk gelmedi maalesef. Teknolojinin yalnızlaştırdığı bir toplumun ilk evrelerinde dünyaya gelen neslin damlalarından biriyim çünkü.

    Şöyle bir turlamak istedi canım blog dünyasında. Birkaç sayfaya girdim, beğendiğim yazılara yorum yaptım yırtık dondan çıkar misali... Ortak yalnızlıklarımızı gördüm, daha da acısı ortak beklentilerimizi...

    ''Neden peki?'' dememek işten değil.Onca ortaklığa rağmen neden bu yalnızlık? '' Bir kadının en büyük düşmanı yine bir kadındır.'' sözünün uyarlamasını tercihdaşlarıma yapmamak için dirensem de gücümün tükendiğinin farkındayım. Beklentilerimiz mi yüksek yoksa hayat mı bizi buna zorluyor anlamıyorum. Kimin paylaşımlarını okusam, avucumdaki hayal kırıklıkları biraz daha canımı yakıyor.

    Dilerim bayram sevinci yüreğimizdeki yalnızlıkları da eritir. Herkese mutlu ve umutlu bayramlar...


 

 

 

 

13 Ekim 2013 Pazar

Kivranan mutluluk...

     Istanbul'da yaninda kaldigim arkadasim geldi dun, bayram ziyareti... Sahili ozlemis, usul usul uzandik yosun kokusunun kenarina... Boz bulanik bir deniz, viran ama vakur bir liman kapisi, yolculara yaslilarin yorgun tebessumuyle selam eden bir kac gemi, tadinda yavan hisler birakan iki bardak cay...

    Benden, senden basladik konusmaya... Kah derine daldik huzunlendik, kah kasvete mahal birakmamak icin espri serpistirdik biraz sohbete... " Yanima gel, ben sana bakarim Huzur" dedi bir ara... "Yapamam Entelim dedim, gelirsem canim daha cok yanar... Kabullendim ben yalnizligi, umut vaat edemem kendime gelerek. Su kucuk sehre buyuk sevgiler sigdirdim, onlarla mutluyum, huzurluyum"dedim. "Gelmek yorulmak benim icin. Her beklenti daha derin izler demek. Her adim bir pismanligin ya da acinin habercisi ve ben cok yorgunum..."

    Yaninda nefes aldigim insanlardan biri benim Entelim... Zeytin gozleri ve sesi huzur veren tinilarla bezelidir. " Sen hic susma olur mu?" derim. " Benden hos sesler cikmiyor, sen konus.. Oylesine rahatlatir insani.."

    Ayriliga yakin sazi ben aldim ele. Onca soru, haliyle bir o kadar da acilim gerekiyordu. " Kabullendim" dedim. " Yalnizligi kabullendim, ara ara savrulsa da icimdeki duygular, atlatmasi daha kolay oluyor artik. Ozel hissettigin birinin sicakligi yoksa ve olmuyorsa, etrafindaki mutluluklara sarilmak gerekiyormus, anladim. Buyuk bir sehir yeni umutlar demek benim icin ve ben bunlari kaldiracak guce sahip degilim." dedim. " Ben varim" dedi. Biliyorum, her kosulda yanimda olacagini; ama yeri gelecek bunun da yetmeyecegini de biliyorum. " O yuzden ben boyle iyiyim Entel'im, hic suyumu bulandirma benim" dedim.

    Yazin ortasinda lapa lapa kara direnmek zor oluyor, farkindayim; ama ne kadar erken kabullenirsen o kadar cabuk dengeyi sagliyorsun. Bedenine bir t-shirt gecirirken ruhunu atki berelerle ortmek ne kadar dengesiz ve zorsa, bedenini de hayatin tesetturune soktugun anda yasadigin dengeleme de o denli rahatlatip yavaslatiyor insani...

    Mantik en buyuk yardimcin oldugu gibi en buyuk dusmanin da olabiliyor zaman zaman... Icinde birileri oluyor sen kafani cevirmek zorunda kaliyorsun. Ruhunda cirpinan duygular oluyor habersiz, dik dik bakip gozlerini cikartiyorsun, sonra bir bakmissin sindirmissin her seyi.. Yavas yavas dikenlerin sarmaya basladigini hissediyorsun etrafini bir sure sonra... Sadece kendin ve yakinlarin gececek kadar temizliyorsun o dikenleri. Arada bir kac uzun diken denk geliyor "ciz" ediyor bir yerler "cibandan iyidir" deyip geciyorsun. Ince ince kaniyorsun, ne farkindalik yaratacak kadar derin ne de lekesiz kalacak kadar yuzeysel... Oldurmuyor da gulmuyor da anlayacagin...

    " Ne yani, bu yasta inziva, oyle mi? Ama neden?" dedi zeytin gozlum...
    Once tebessum ettim biraz buruk, sonra: " 'Oldugu kadar, olmadigi kader' der Mevlana. Ben kabullendim, hayat da kabullenecek" dedim ve yine'geldigimiz gibi, usul usul uzaklastik, yosun kokusunu ve bardaktaki izleri arkamizda birakarak...


8 Ekim 2013 Salı

Geç kalma, olur mu?

    Yarım bıraktım geçen yazımı... Bu ara bir çok şeye yaptığım gibi.. Bilmem, belki tamamlarım bir gün. Yıllardır özellikle okumaktan uzak durmaya çalıştığım bir konu var: Aşk... Tarifini, tasvirini, hissiyatını hep ''nevi şahsına münhasır'' olarak görmüş içimde yüklediğim anlamlara göre hareket etmişimdir. Bugün eteğimdeki taşları dökme vaktimin geldiğini hissettim.

    Aşktan ziyade aşıktan dem vurmak istiyorum. Aşk,malum, duygu seramonisi... Aşık, bu seramoninin baş yapıtı olmalıdır benim için. Baktığımda yüreğimde huzur uyandıran, ardından tebessüm edebileceğim, yeri geldiğinde hiç konuşmadan sadece bakışarak kendimi anlatabileceğim bir canan... O sessizlikte bana kollarını açan bir liman... Filika misali yalpalaya yalpalaya ona ulaşmalı, derinden bir oh çekerek kendimi ona bırakmalıyım. Şapşallıklarıma tebessüm etmeli benim sevgilim. Kulağıma eğilip '' iyi ki benimsin'' diye fısıldamalı...

    Yağmurlu bir günde tanışmalıyız seninle sevgilim. Birden bastıran sağanak gibi yağmalısın yüreğime. Yağmurda koşarken ilk gördüğüm dükkana sığınmalıyım. Bir kitapçı olmalı bu dükkan. Sırılsıklam vaziyette edebiyatın verdiği sıcaklıkla kitaplara bakarken gözlerimiz buluşmalı.. Masum bir bakışla yardım istemeliyim senden. Kaçamak bakışlarla gezinmeliyiz rafların arasında, çaktırmamaya çalışarak aynı safta yer almak için uğraşmalı aynı kitabı tutma isteğiyle yanmalıyız.

    Sen eline bir kitap almalısın ve ben kendimi tutamayarak ''aaa ben bu kitabı okumuştum, çok güzeldir'' diye dalmalıyım orta yerinden... Yıllar sonra bile o günü anlatırken gülümsemeliyiz. ''Haline içten içe gülmüştüm şapsal sevgilim'' diye.. ''Her konuda olduğu gibi, bu konuda da girişi beceremeden gelişmeye başlayan bir aşk oldu bizimki'' diyebilmeliyiz. Ne girişi ne de sonu olan... Her gün gelişen ve derinleşen...

    Hiç yalnız uyumamalıyız biz. Her geceye birbirine akan iki nehir olarak başlayıp her güneşe huzurlu bir göl misali tebessüm etmeliyiz. Geç kaldığında burnumda tütmeli kokun. En paspal hallerine vurulmalıyım senin. Sabah mahmurluğunda izlemeliyim seni. Saçın başın uykunun savaşından yenik çıktığında bir kez da fethetmelisin gönlümü. Sana sarıldığımda varlığımdaki tüm sevgiyi de bırakmalıyım sıcağına...

    Olmalısın be sevgili. Tez zamanda kalbimde, ruhumda yeşermelisin. Birlikte kök salmak için geç kalma, olur mu?

    Şuan yoksun belki, ama ben yokluğuna sunuyorum bu ezgiyi...


1 Ekim 2013 Salı

İleri ÇIĞIRTKANLIK

    Bu ara tutturmuşuz bir ileri çığırtkanlık pardon ''demokrasi'' gidiyor. Baş örtüsünden, etnik kökenlere kadar hummalı bir çalışmanın meyvesi imiş, zat-ı muhterem öyle dedi. 2002'den bu yana baya baya çalışmışlar üzerinde. E haklılar tabi, eminim bu paket içindi meclis koltuğunda ''istiareye yatmaları''...

    Her şeyi geçtim, bunu da ciddiye alıyoruz ya, helal olsun bize. Okullara bakıyorum, öğretmen profillerine üzülüyorum. Erbakan döneminde de Üniversiteler'de kıyafet serbestti, insanlar bilim yuvasına değil de ''Cihat'a'' gidiyor gibiydiler. Şalvarından Çarşafına sosyete pazarı kıvamındaydı bütün yerleşkeler. 

    Dönüp okullara bakınca aynı şeyi görebiliyorsunuz maalesef. Kimsenin başörtüsüyle bir alıp veremediğim yok, sitemim din ile siyaseti karıştıranlara. Günahtır, insanların inançlarını sömürmek. Günahtır, bağlı bulunulan mezhepleri okul sıralarında meze etmek. Günahtır, okulların arka bahçelerinde yeşertilen daha zehirli günahlar için, görünürde mayhoş tatlar bırakmak.. 

    Öğretmen olanlar bilir, kpss sonrası tercih yaparken 25 hakkınız vardır ve en sonda da 26 diye bir şık vardır. Onu işaretlemeniz '' yukarıda belirttiğim tercihlerim dışında da atanmak istiyorum'' minvalinde bir anlama gelir. Yani 26.tercih nereye gideceğinizin belli olmadığı genelde doğuda ve ücra yerlerdeki okullara atama yapılması demektir. Öyle ki 26 kurası genel atamadan sonra yapılır ve adına ''ek atama'' denir. Bu sene de 42.000 atama yapıldı. Bunun 39.000'i ilk atama kalan 3.000 ise 26 kurası denilen ek atama idi. Kalan 3.000 kadronun tüm branşlara ''adaletli'' şekilde dağıtılması ile yapılır normalde ek atama.

    Bu seneki (K)EK atama ise aynen şöyle oldu. 3.000 kadronun 2.000'i Din Kültürü öğretmenlerine ayrıldı ki ilk atamada da aynı branştan 2.800 alım yapılmıştı. E insan sormaz mı hani demokrasi diye? Madem adalet olgusu var ve biz bunu okul sıralarında öğrenmeye başlıyorsak, yapılan haksızlığın bedeli ne olacak?

    Öte yandan, etnik azınlıklarının canını yakmış bir coğrafya burası. Roboskimiz var bizim, daha ölümün kokusu burnumuzdan gitmeyen.. Bir olayın tarih sayılamayacağı kadar yeni olan Madımak katliamımız var. Hani zaman aşımına uğrattığımız, hangi öfkeyle yapıldığı bile meçhul... Erdal Eren'imiz var 70'lerin sonunda yaşını büyütüp idam ettiğimiz ve idamını meşru kılmak için ''asmayalım da besleyelim mi?'' dediğimiz. Maraş, Urfa, Dersim, Çerkez katliamlarımız var. Çeşidimiz de bol, acımız da.. Sonra tutup da ''ileri demokrasi'' diye çığırtkanlık yapıyoruz. 

    Bir pakettir gidiyor. İleri Demokrasi Paketi... En son Pandora açmıştı o paketi, kaçırdıkları ve içinde tuttukları malumunuz. ''Yani, olay paket değil birader, sen hala anlamadın mı?'' derler adama..


   
    


18 Eylül 2013 Çarşamba

Arif olan...

     '' Hayat seni güldürmüyorsa, espriyi anlamamışsın demektir.'' der Çehov. Şakaları zaman zaman anırsa da, gerçekliği, yunus balığının kurtarmak adına sürüklediği bir canı öldürme masumiyetiyle hatırlatsa da, hayat bu... Keskin ve net çizgilerle bezenmiş bir tablo sonuç olarak.

    Yoğun bir dönem.. Git gellerin hat safhada olduğu, hatta gidenin çok ama gelenin olmadığı bir dönem... Yansımalardan ibaret bir tiyatro sahnesinde olduğumuz gerçeğini biraz zorlanarak öğreniyorum sanırım. Gördüklerimizin aslında yansıttıklarımız olduğunu, bir şeyi istediğimiz oranda bizden kaçtığını, hayatı akışına bırakmanın yüreğimizde en güzel menderesleri oluşturduğunu, iniş ve çıkışların beklediğimizden daha yüksek rakımlara sahip olduğunu ve onlarcasını...

    İnsanın kendini öğretmeye adarken, öğrenmesi gerekenlere sırt çevirmemesi ya da unutmaması gerektiğini de yeni öğreniyorum. Her öğreti, yüreğimden bir yaprağı daha soldurup koparsa da öğreniyorum. Ruhumun kulağını çekip içine doğru biraz daha yüksek sesle: ''Anlamadığın bir yer varsa, söyle bakalım'' demem gerektiğini öğreniyorum.

    Çıkış noktam her koşul ve şartta ''insan''dır. Dili, dini, ırkı ve cinsiyeti reddedip salt aynı hislerle bezenmenin ortak paydasındaki en büyük payın bu olduğuna inanırım. Anlamadığım, en yakınından tut varlığından bihaber olduğun bünyelere kadar nice beşerin bunca ''şaşar olması''... Olsun, hayat bu öğretir elbet demeyi de öğreniyorum.

    Söylemek istediğim çok şey var blog, ama öncelikle silkinip toparlanmam gerekiyor. En iyisi bu aralar müdavimi olduğum ezgilere sözü bırakmak...

''Tanrı bir bütündür insan özünde
Bakarsan görürsün gönül gözünle
Arif olan tanır onu özünde...''





   

    

15 Eylül 2013 Pazar

Sebep- SİZ

    Sebepsiz ağlanır mı? Öyle pervasızca akar mı yaşlar insanın gözünden ya da yüreğinden? Umut denilen şey masumiyetle sarılıp sarmalanmış mıdır yoksa ulu orta mı durur ruhun başucunda?

    Tükenmişlik sendromu yeni modası oldu bu Ülke'nin. Aslında değilmiş, yıllardır içimizde bizden bir ruh haliymiş de son dönem adına tükenmişlik sendromu denmiş. O kadar çok şey var ki yazılacak, söylenecek, haykırılacak, öfkeyle kusulacak, çiviyle zihinlere kazınacak... Bunun yerine sadece bakıp geçiyorum.

    Saçma sapan bir ruh hali, üzerime yapışmış bahar otu misali gitmek bilmiyor. Buna da bakıp geçiyorum. İnsanlara bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum...

    Bıkmadan saatlerce konuşan ben, ruhumdaki kuru gürültüye bile dayanamaz oldum. İçini kolayına dökebilen biri değilim, ketumum bu konuda, kabul ediyorum; ama artık hayvan terli...

    Canım acıyor, ciddi ciddi canım acıyor. Etimden et kopuyor sanki. Ruhumu boğazlıyor düşünceler. Nefesimde yitirilmişlik... Elime, yüzüme bulaşmış bir hayat...

    Kendi ipimi kendim saldım, ne kendimi ne de düşüncelerimi toparlayabiliyorum. İnsanın tuttuğu her dal mı elinde kalır be hayat? Ulan, hiç mi gülmezsin insana? Tamam tıktın burnuma otu, nefessiz bıraktın ve çaldın yere beni, ona da kabul. Sürttün burnumu taşa toprağa, eyvallah... Hiç mi acıman yok be? Aynı ritmi tutturamıyoruz diye bu kadar yüklenilmez ki...

    Nerden dalayım, ne edeyim bilemiyorum artık. Kaldım, ciddi ciddi kalakaldım. Elimde hayal kırıklıkları, her daim yüreğime doğru uzanmaya çalışan, yolcusuz otobüsün molasız güzergahındayım..

''Ağaçlarla, balıklarla, kuşlarla ben, amenna...''



   

7 Eylül 2013 Cumartesi

Soğuk...

    Uzun uzun anlatmayacağım bu sefer. 10 küsur yıllık arkadaşımla sabaha kadar oturup dertleşirken şunu sordu bana:
- Ne bekliyorsun Huzur?
- Artık yalnız uyumak istemiyorum. Gece yatağa girdiğimde burnumun sızlayıp canımın yandığını daha çok hissediyorum. Bitmeli bu his, yoruldum.
- En çok neyden korkuyorum, biliyor musun Huzur? Kış geliyor ya, o yokken üşümekten... Sobalıdır bizim ev bilirsin, annem kış vakti sabah kalktığında ince bir gecelikle dolaşırdı da nasıl üşümezdi hayret ederdim yorgan altından bakarken. Şimdi daha iyi anlıyorum onu. Babam vardı çünkü.
     Bunu söyledikten sonra uzun uzun açıklamasını yaptığım şeyin aslında bir cümleyle özetlendiğini anladım: Sen yoksun ya sevgili, sensiz üşümekten korkuyorum...
 
        '' Yoksun neye yarar, örtünsem kat kat yorganlar aman..''

4 Eylül 2013 Çarşamba

Huzur'un incileri...

     Duygusallık fazla vurdu bu ara. Derinden sarstı haliyle, toparlanamadım. Bocaladıkça daha beter savruluyorum, hepsi bu. Anlatmak istediğim onca şey varken, ben yine yazmadım ve sanırım yazmayacağım. Düşüncelerim çok dağınık, o nedenle yazdıklarım da deli saçması oluyor.

    Kendimi bırakıp, uzun zamandır anlatmak istediğim ve yeni tanıdığım insanları yazmak istiyorum bugün. Herhangi bir sıra izlemeyeceğim yazarken, öncelik ve önem sırası diye bir şey sakın düşünmesin yazacağım insanlar. Hepiniz ayrı ayrı değerlisiniz benim için. Bu detaydan sonra;

    Yaklaşık iki yılı aşkın süredir tanıdığım, blog açmama vesile olup beni diğer güzel insanlarla tanışma lütfuna eriştiren, düşünceli, iyi niyetli, fikirlerimizin çoğunlukla örtüştüğü, susmadan saatlerce keyifle sohbet edebildiğim, yüreği hep aşktan yana olan insan: Evet, Kaytanım sensin. Hep dediğim gibi '' İyi ki varsın.'' Öncelikle sen olduğun, sonrasında da bana benim gibi düşünen birilerinin daha var olduğunu gösterdiğin için iyi ki varsın. Misafirperverliğin için ayrıca teşekkür etmek istiyorum. İyi bir ev sahibi, başarılı ve hünerli bir aşçısın kadim dostum. Dilerim bulduğun yüreği her daim en kıymetli hislerle taşırsın. Bir ömür mutlu olun. Bunu hak ediyor ve birbirinize yakışıyorsunuz. 

    ''Mavişim'' diye seviyorum seni. Cıvıl cıvıl, yaralarını kahkaha ile örten, beni yeri geldiğinde gülme krizine sokan, bazı davranışlarıyla yaşından büyük olgunluk gösteren, hayata hep pozitif bakmaya çalışan, yalnız yüreğini tamamlayanı bulmak için çabalayan, yeri geldiğinde tam bir çirkef; ama benim ilk göz ağrım... Werther'im mavişim... Her fırsatta oturup konuşabilmek ve seni tanımak çok güzel biliyor musun? Son günümüz benden kaynaklı biraz buruk olsa da son derece güzeldi. Her ne kadar tavlada yenmek için zarlarıma üfleyip cebren ve hileyle oyunu kazansan da..:) Kendini hırpalama lütfen olur mu? Hayat zaten yeterince otu tıkıyor burnumuza, ister istemez nefessiz kalıp yere düşüyor ve sürtüyoruz içimizi dışımızı. Çarpa çarpa da olsa bir şekilde devam ediyoruz, etmek zorundayız çünkü. Sen sen olmaktan vazgeçmiyorsun zaten, sadece kendine yüklenme. Doğru yer, doğru zaman, doğru insan üçlemesinden hareket etmek gerekiyor. Ne olursa olsun, ama ne olursa olsun koşulsuz şartsız yanındayım, biliyorsun. Seni seviyorum ilk göz ağrım...

   ''Tosbaam''sın sen. Artık blogunu kapatmış ya da kullanmıyor olsan da seni tanımama vesile olan yer burası, yazmadan geçmem ayıp olur. Hayatımda ruh hali bu kadar çabuk değişen, iki nano saniyede bir insanı kanka edinip ardından gelen saniyeyi ondan nefret etmekle geçiren bir insan daha tanımadım. Hep soruyorum: ''Bunca zamandır benden nasıl nefret etmiyorsun, şaşıyorum.'' diye. Telaşe memurum, aramaktan çok ''aranan'' ve benim yeri geldiğinde güzel güzel, yeri geldiğinde kızarak uyardığım, nefes nefese konuşmasıyla, şebek haliyle çok sevdiğim ikinci göz ağrım... Oyuncak Ayı'm. Hayatını bu kadar uçlarda yaşayıp kendi yormaktan vazgeç lütfen. Aceleci olmak yerine hayatın zamanıyla eş güdümlü gidersen ne panik kalacak ne de atak... Yeni hayatında başarılar tosbaam. Seni seviyorum.

    ''Sıpamm'' benim. Tezer Özlü'nün manevi oğlu, yaşıyla birikimi son derece farklı, sevdiği konuda konuşurken mutluluğuyla ses tonu doruklarda olan Sıpamm... Elbette Sadakat'im sensin. Tanışmamız ve konuşmamız edebiyatla başlayıp sonrasında güzel bir ritmi tutturabildiğimiz, hayatında olan insanları düşünsel ve duygusal anlamda doldurabilecek roman yürekli çocuk... Bu ara görüşemesek de aklımda olduğunu sakın unutma olur mu? Yeni şehir, yeni umut, yeni mutluluklar... Tüm güzellikler seninle olsun Sıpamm.

    Bildiğin ''Kuduruğum'' işte. Başka söze gerek var mı? Kuduruk, deli dolu, çatlak... İlk seferde tam 2.5 saat süren bir telefon konuşmasıyla yerlere yatmıştık gülmekten, hatırlıyor musun? Ben unutamam, unutmak da istemem. Benimle uğraşmanı, sana takılmayı, sürekli ''kapışan eltiler'' modunda olmayı seviyorum seninle. Sensin tabi ki Amorf'um. Çirkef olduğun kadar, saygılı ve incesin de... Edebiyatın her dalı sana çok yakışıyor biliyor musun? Ruhundaki kıvraklık bedeninde vuku bulmuş, bunun kıymetini bilmen ve değerlendirmen çok hoşuma gidiyor. Bir gün ''Sultans of the Dance''e kimi aday göstermek istersiniz deseler tereddüt etmeden seni gösterebilirim. Dilerim hayat sadece güzel melodiler çalar sana ve ''aşk'' ile ritm tutarsın sana bahşedilen yaşama. Varlığın beni mutlu ediyor kuduruğum...

    Blog adını tam anımsayamadığım için özür dilerim; ama beni tanıyanlar bilir, isimlerle aram hep kötü olmuştur. Böyle tornavida mı, çekiç mi yani kısaca yine bizim ''ibne takım taklavatından'' güzel bir insan...:) Kaytan'ın vesilesiyle tanıştığım, sessiz ama yüzü sürekli gülen, çevresine olumlu enerji yayan genç... Çok konuşmadık; ama vakit geçirdiğimiz süre boyunca gülümsemeni eksik etmediğin için seni de anmak istedim bir İstanbul Hatırası olarak. Aşk, mutluluk, ve eksik etmediğin tebessüm hep seninle olsun..

    Son olarak, ilk tanışmamda nadiren bu kadar çok güldüğüm, bir anda kaynaşıp saatlerce fokurdayan çaydanlık misali kıkır kıkır kaynattığımız, kendimize geldiğimizde Kaytan'ın tek kaş kalkık ''Kadir İnanır'' bakışıyla karşılaşıp '' artık sussak mı? Çok kötü bakıyor Kaytan. Evet bence de susalım, sonumuz iyi değil.'' diye fısıldaşıp, annenin en değerli vazosunu kıran haşarı çocuklar misali kafamız önde sustuğumuz Kaytan'ın sevgilisi... Seni tanıdığım için de mutluyum. En kısa zamanda, aynı şekilde kaynatmak istiyorum. (Aramızda kalsın ama, Kaytan kızıyor sonra çok gülüyoruz diye:) Umarım birlikteliğiniz bir ömür mutluluk ve aşk ile harmanlanır. Şen sohbetini eksik etmediğin için çok teşekkür ederim.

    Bu arada ''bıktım artık az s.kilmiş kül kedisi modundaki hayattan'' cümleni asla unutmayacağım İçimdeki Gay... Sen hep böyle güzel benzet hayatı, olur mu? :)

    Bunca zaman kasvetli yazılarımdan ötürü ''oğlum biraz da iç açıcı, mutlu şeyler yaz lan'' şeklinde aldığım eleştiriye bir yanıt misali blog dünyasından tanıdığım ve varlıklarından ''Huzur'' duyduğum insanları yazmak istedim. Bundan sonra yazacaklarımın iç açıcı olma ihtimalleri konusunda söz veremem, ruhumdaki melankolik pek laf dinlemiyor malum. :)

   Her daim ''dost'' ile...

    
''Gayet şirin geldi dillerin dostum, oy...''


23 Temmuz 2013 Salı

Ömür Dediğin...

O kadar doluyum ki öfkeden ne kusacağımı bilemiyorum. Gözü dönmüş Arena boğası gibiyim. Hayat da kırmızı örtü sallıyor sanki '' Huzur baaak burdayım'' der misali... Etrafımdaki kötülüklere ruhumda budaklanmış tüm boynuzları takmak istiyorum.

Her gün biraz daha nefret eder oldum bu Ülke'den! Neyin amacını yaşamaya çalışıyoruz, anlamıyorum. Ne insanın kıymeti var bu coğrafyada ne de insanlığa beslenen umutların... İki öğretmen daha veda etti bu düzene. Yıllarca emek vermiş, çaba sarfetmiş; ama lanet olası, saçma sapan bir sınav yüzünden yumdu gözlerini Mehmet Sadık Güneş öğretmen. Yattığı yer soyadı gibi ''Güneş'' ışıklarıyla dolu olur umarım. Bu düzenin vermediği ışığı, kendi ruhu zerk eder ebedi istiratgahına...

Diğer üzücü olan Murat Karabaş öğretmenin içim yanarak söylüyorum ''bok yoluna'' gitmesi... Beden Eğitimi öğretmeniymiş kendisi; madalyaları ve dereceleri olan. Eğer kıstas gerekiyorsa en alasına vakıfmış yani. Babası Başbakan olmadığı için DANIŞMAN değil, İNŞAAT İŞÇİSİ olarak çalışıyormuş ağabeyine yardım etmek ve 29 yaşında ''cep harçlığını'' çıkartmak için. Yazarken içim yanıyor, yüreğim burkuluyor. Arkasında gözü yaşlı insanlar bıraktı ve ''takdir-i ilahi'' bu olduğu için 8,5 metrelik bir çukurda yumdu gözlerini.. İnceleme başlatılmış, her yere cm cm bakın tamam mı? Belki umutlarını bulursunuz Murat öğretmenin, nişanlısıyla hayal ettiği geleceği, o inşaat için bıraktığı alın terini, kalifiye olmak adına var gücüyle sarfettiği uğraşını, en önemlisi insanlığını... Hayatta kazandığın zaferle uyu Murat öğretmenim; lütfen rahat uyu olur mu? Bu düzen seni yeterince üzdü, hakkındır huzurla uyumak. Yattığın yer pamuk ve nur olsun...

Hatırlar mısınız yine ''ücretli öğretmenlik/kölelik'' yapan bir öğretmenimiz vardı, adını hatırlayamadığım için özür dilerim, yazın geliri olmadığından okula kitap taşıyıp çocuklarına ekmek alma savaşı verirken kalp krizi geçirip yummuştu gözlerini hayata. Ne kadar çok eğitim zaiyatımız var değil mi? Ne tesadüftür ki hepsi halktan insanlar; alın terinin kutsallığına inan, etiketin gölgesinde soluklanmak yerine emeğinin ulviliğnde şahlanan Ademoğulları... Sen de yalvarırım rahat uyu öğretmenim. Hatta adını hatırlamadığım, bilmediğim ve emek yolunda hayatını masaya koyan bütün insanlar, hepiniz rahat uyuyun...

Bunca yaşanmışlığa, daha doğrusu yitirilmişliğe, sessiz kalmak canımı o kadar yakıyor ki. Acının verdiği öfkeyle gırtlağına yapışmak istiyorum tüm sorumluların. ''Ne değişecek?'' diyorum. Amip misali birini bitirsen, 4'ü 5'i türemeyecek mi başka yerlerden?

Bu insanların hepsi nitelikliydi, değerliydi, emek sarfedendi. Ya meclis koltuğunda uyuyanlara ne demeli? O koltukta şekerleme yapmak için ''okuma-yazma'' bilmek ve para sahibi olmak yetiyor. Yani eğitimin bir önemi yok! Okudukça eksilen bir Ülke burası. Ne kadar çok bilirseniz, o kadar değeriniz azalıyor. Hakiki gümüş misali yıllandıkça kararıyorsunuz..

Dilerim bir yerlerde adalet olgusu varsa tez vakit terazinin kefelerini ''insani'' doluluklarla taçlandırır. Yitirdiğimiz tüm değerlere her daim dua ile...

''Bir insan ömrünü neye vermeli,
Harcanıp gidiyor ömür dediğin...''


9 Temmuz 2013 Salı

Olmasa da olur...

Acıklı duygular kımıldamaya başladı içimde.
Baharatı daha bol gözyaşlarımın.
Nefesimde hafif isyan,
Gözlerimde kesif umutsuzluk...

Baktığım her nokta buğulu şimdi.
Sis perdesinin altında düşlerim,
Gri'nin tüm tonlarına bürünmüş..
Sanki kendisi hayatın çok renkliymiş gibi...

Deli saçması tüm yazılanlar.
Düşler gereksiz,
Gelecek gerekçesiz,
Öylesine akıyor saniyeler...


7 Temmuz 2013 Pazar

Ruhumda köşe bucak

    Yine nefes almaya üşenir moddayım. Sorgulama, sorgulama, sorgulama... ''Bok var!'' diyorum kendime bazen, ''yeter be, ne düşünüyorsun bu kadar!!!''. Olmuyor maalesef, elimden geldiğince kendimden kaçıyorum; bakıyorum bir arpa boyu yol katetmişim.

    Daha küfürbaz ve mutsuz olduğumu farkettim son 4 yılda. Ne değişti diye bakıyorum: Kendimi kabullendim, 150 küsur iş başvurum reddedildi, 50'ye yakın Üniversite mülakatım torpilsizlikten olmadı, Kpss'ye sanırım 5.kez girdim, onlarca gereksiz insan tanıdım. Hayli ''farklı'' standartlara erişmişim blog, değil mi?

    Sese tahammül edemez durumdayım. Ne içimdeki, ne dışımdaki... Tüm evren lal olsun mümkünse. Müzik dahi dinlemez oldum son zamanlarda. Sadece duruyorum ve bakıyorum. Denize, tavana, ekranlara... Artık kendimi anlatmak için çabalamıyorum, açık vermemek için de... '' Su akar yolunu bulur'' sözü yaşam biçimim oldu. Şunu farkettim: Sen hayata nasıl bakarsan, sana öyle dönüt veriyor. Çok mu ciddiye aldın, naza çekiyor. Umursamıyor musun, peşinden koşuyor. Salıverdim yani blog: hayatı, kendimi, umutlarımı, insanları...

    Yaz için planlarım vardı mesela: İstanbul'da vakit geçiririm, Kaytan'ı ziyaret ederim, İzmir'e giderim vs vs.. Şu an sadece güneş görmeyen odada uyumak istiyorum. Uyuyayım ve uyandığımda artık taşlar yerine oturmuş olsun. Her daim net olmaktan, önümü görmekten yanayım; aksi olunca bocalıyorum çünkü. Onu da elimden aldı bu düzen, sağlık olsun.

    Shakespeare'nin çok sevdiğim bir sözü var: '' Önce hayaller ölür, sonra insan''. Sanırım ben kendi vaktimi beklemeye başladım elimde dilek ağacına bağlanamamış, kefenlenmiş hayallerimle...

    En sevdiğim ve ruhumda-kalbimde özel olan dostum geçen şunu söyledi: ''Kendini sev biraz''. Sanırım olay bu noktada başlıyor, ben kendimi sevmiyorum. Bazen Orta Çağ'ın lanetlenmiş cadıları, Cahiliye Dönemi'nin yakılan kızları gibi hissediyorum. Örselenen ve ötelenen bir şeyler var ruhumda. Her daim viran...

    Kalabalıklar içinde yalnız kalmasının sebebi belki de bu ruhumun. Mavi' nin güzelliğini keşfetme umuduyla suya koşan birinin ufalanmış taşlara takılıp hüzne gark olması misali. Bardağın dolu tarafı denir ya hep, bense ''Bardak nerde?'' diyecek kadar nihilist durumdayım.

    Bilmiyorum blog, bocalıyorum yine. Debelene debelene ruhumda boğulmak yerine göğsümü gere gere hayatta kaybolmak istiyorum.

    Gün, yeni umut ve mutluluklara gebe olmalı ve Güneş, tebessüm saçmalı insanlığa...

2 Temmuz 2013 Salı

GEZDIM ama unutMADIM-AKlimda...

     Gunlerdir alev alev bu Ulke. Degil gunler, aylar hatta yillar oldu sonmeyen bir Nevruz'a gelin edildi kaderi bu cografyanin. Hangi topragi kazsan hayal kirikligi, masum yok oluslar bas veriyor.

     Sanirim hayatim boyunca bir olayin giris bolumunu hic beceremedim. "Da demeden, dan diye osurmak" derler bizim buralarda, benimki de o misal. Hak demeden, haksizliga maruz kalmak. 28 Mayis'ta basladi son demini almasi Turkiye'nin. Fokurdamaya yuz tutan birler, onlar oldu, derken gunler gectikce yuzler, dort duvar arasinda fokurdayan binler tasti sokaklara...

      3-5 agac icin dokuldu insanlar yollara, sonra iclerindeki ocagin altini yakti birileri derken yillarin hesabini sormaya basladilar. Cani istemedi mi "zaman asimi, kendi rizasi, devletin cocugu" diyerek kendince cevap buldu zat-i muhteremler bu gidisata. Bu sefer zaman doldu tasti, insanlar bile isteye kostu geldi, hepsi de bu devletin yetistirdigi " Ozal Kusagi" apolitik, vurdumduymaz, avam, lumpen tiplerdi. Sonra Basbakan'imiz(!!!) sagolsun "CAPULCU, AYYAS" vb. guzel yakistirmalarla ozetledi olayi. Sahsen cok mutlu oldum, acaba kac capulcu  o "bihaber" hayat tarziyla gunlerce direnebilirdi o kosullara? Malum, "mantikli, akli basinda" olanlarin ipini dizginlemislerdi. Yetmezmis gibi "zor tutuyorlardi" yularlarini...

      Insanlar gayet medenice yola cikmislardi halbuki, ta ki devlet olaya el atana kadar. Bu konuda cok soz soyledim, bir cok farkli ilde tepkimi de dile getirdim. Ilk basta guzel seyler olmasi adina oyle umutluydum ki sonra baktim olay Kurt meselesinden, Alevilere, yetmezmis gibi biz "Ibnelere" kadar geldi. Dusundugum tek sey su oldu: Bu olaylarin bu raddeye gelmesinde asil "IBNELIGI" yapan kim?

      Medeniyet dedigimiz olguyu ucundan kosesinden anlamissam sayet edilen laflardan tutun yapilan uygulamalara kadar ben medeniyet gormuyorum. Onu gectim, "insanlik" konusunda suphelerim var. Olaylarin patlak verdigi gun tutup Misir, Fas, Tunus 3 lemesi yapmak hangi kutsalligin gerekliligiydi? Reyhanli'da ates dusmusken Amerika'ya neyin ziyareti yapildi? Sabah saat 5'te uyuyan insanlarin cadirlarina gaz bombasi atmanin bana mantikli bir aciklamasini kim yapabilir? Hepsi bir yana, Polis kardesimiz de dahil toplamda 4 Fidan'in olum sebebini biraz icinde "insan" barindiran bunyelere aciklayamayacak sorumlular. O polis kardesimizi baba olmaktan ve babasini bekleyen bebegi yetim birakmaktan, diger 3 gencimizi hayallerinin ve hayatlarinin baharinda topraga gark etmekten sabikali bu zihniyeti geride kalan ailelerin gozyasi ve ofkesi lanetleyecek en basta.




      2 Temmuz bugun. Sivas'in kavrulmasinin yil donumu. Koskoca 20 yil... Hala daha ne amacla yapildigi bilinmeyen, bir anlik ofkenin mahsulu onlarca guzel insanin topraga gelin edilisinin tam 20.yil donumu. Kendimi ve Ulke'yi biraz sorgulamaya baslayinca okumustum ve dinlemistim o insanlari. Yaslari 20-30 arasinda degisen (Aziz Nesin'i  tenzih ediyorum) onlarca can... Bugun hala duvarlarindan kan sizan bir olay. Sanatin, din mesalesiyle cayir cayir yakildigi bir rituel... Bu Ulke adina bir utanc tablosudur. Gerci "Utanc Tablosu Muzesi" kurmak istesek sanirim Louvre'dan sonra ikinci sirada yer aliriz. Cesidimiz bol malum: Cerkez, Maras, Dersim, Urfa, Corum, Madimak, Roboski, Reyhanli... Ne aci degil mi ulke olarak sadece yikim biriktirmek. Gelecek nesillere birakabilecegimiz en guncel olay: Gezi Parki Direnisi. Bugunun sedasini gelecekten " Yaziklar olsun" size diye almaktan korkuyorum.

    Icimde umutsuzluktan cok ofke hakim bu ara. Etrafimda cereyan eden tum yanlislara ofkeyle yaklasmaya basladim. Kontrolunden cikmis topraklarda yasiyoruz cunku. Bir yanimiz haksizliga dur derken, ote yanimiz gercekleri ve gelecegi baltaliyor "Allah Allah nidalariyla"...

     En cok da dikkatimi su cekiyor, ikili rakamlari cok seviyoruz biz: 2 Temmuz, 28 Subat ve 28 Mayis... Belki de bu yuzden belli donemlerde 2 ILERI belli donemlerde 1 GERI modunda yasiyoruz.

     Ofkenin yeserttigi kotu duygulari "gun isigiyla tutusturmak" umuduyla....




 

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Bir soğuk yel eser...

    Gunlerdir "ne oldu sana?" sorulariyla yasiyorum. "Nedir bu mutsuzlugun sebebi, yetmedi mi artik surat asman!"... En cok da annemin uzulmesine uzuluyorum, birbirimizi onca yaralayip yine de vazgecemeyen sizofrenik bagimiz beni daha derin dehlizlere surukluyor..

    Artik susamayip, "ne mi oluyor?" diye anlatmaya basladigimda insanlarin tahammul edemediklerinin farkindayim. Ne mi oluyor: Icimdeki insan her gun biraz daha yok oluyor. Hissizlesen, vurdumduymaz, karamsar, icine kapanik bir beden oluyor. Yavas yavas yok oluyor, ruhunu kizgin yagda eritiyor...

   Icine insanlik biraz daha fazla kacanlar, digerlerinden daha cabuk yok oluyor bu Dunya'da! Ruhunuzda ezilenler grubunun uyeleri demirbas olarak yer aliyorsa, yanmadan duramiyorsunuz. Dedeniz yasindaki insan copten ekmek toplarken, Nijerya'da bir cocuk plastik siseyi ayakkabi yaparken, Myanmar'da inanci icin kisiler katledilirken, Bosna'da insanlar medeniyetin icinde "medeniyetsizce" yok edilirken, Maras'ta, Dersim (Tunceli)'de inanca saygisizlik yapilirken, bas ortusu Din'in degil gelecegin sembolu olmaya calisirken, Madimak'ta kan duvardan sizarken duramiyorsunuz yanmadan.

   Ne mi bu mutsuzlugum? Her daim regl olan bir ruhum var. Ne aybasi ne de sonu olan.. Ince ince kanayan, sizisi hic bitmeyen... Anlamsiz korkularim, gelecege gomdugum olu duslerim... Yarali insanlari dusundukce tuz bastigim kuytu yaralarim..

   Etrafimdaki insanlari dusunmeden edemiyorsam, algilarim hassasiyet odakliysa bu mu benim sucum? Hani "cocuklugumuza iner" psikologlar. Ben hep kacmak isterim oysa. Hayati hastane koselerinde acaba ne zaman kaybedecegim yakinlarimi korkusuyla gecmis bir cocukluk... O yuzden gitmem hastaneye, bana olumun aci kahkalar atan yuzunu hatirlatir. Belki de sifa dagitmak istememin sebebi budur: yakinlarimi hastanede degil, yasamda saglikli tutabilmek.

   Hergun biraz daha "isyan ediyorum" hayata. Degerlerime balyoz vurdukca son cirpinislarini gosteren marti misali kanatlarimla tokatliyorum yasami. Karinca'nin Fil'e savas ilani benimki ya da kopek baliklarinin arasinda yasam mucadelesi vermeye calisan fog baliginin sessizce yenilgiyi kabullenisi... 

    Yasadiklarimi idam masasina cikan mahkumun, celladinin gozlerinde merhamet aramasina benzetiyorum. Oylesine uzak ve acimasiz... 

     Ne guzel diyor Ahmet Kaya; 

"Bir soğuk yel eser, üşür ölüm, ölüm bile..."



   

 

 

21 Mayıs 2013 Salı

Calkantilar

Gunlerdir yazayim, kalsin, devam edeyim derken uc noktali bir ruh halinden ancak siyrilip kendimi toparlayabildim. Toparlayabildim mi orasi da muamma; ama en azindan cabaliyorum.

Oyle zamanlar oluyor ki en beylik cumlelere ev sahipligi ederken, ters yuz olup kendimi ifade etme konusunda hilkat garibesinden farkim olmuyor. Hani bir nokta olur ve bilinc birden acilir, ilham kaynaginiz caglar ve tutamazsiniz duygularinizi, davranirsiniz kaleme, hah iste o noktaya ulasamamak; haliyle kelama saygisizlik etmemek adina susmak gerektigine inaniyorum.

Yorungesinden sasmadan sema yapan Dervis monotonlugunda akiyor zaman. Her gun rutin olaylar silsilesi... Hayatima anlam katan en buyuk sey, icinden cikamadigim anlamsizlik sanirim. Bakmaktan degil de gormekten yoruldum artik blog. Asagi-yukari ayni seyleri tekrarliyorum bozuk plak misali; ama insanin nirengi noktasini olusturan duygu her an volkan misali patlar da kizgin lav olup yuregini yakarsa bedeninden dokulen aci da hep ayni dilde oluyor maalesef.

Masumiyetimi kaybetmekten korkuyorum. Deli sacmasi bir duzende her yanimiz haksizlikla oruluyken, neyin kavgasini vermeye calistigimi merak ediyorum. Cocuklara bakiyorum, yuzlerindeki masumiyette teselli bulmak adina. Her daim cenin pozisyonunda kalmis dusuncelere siginmak istiyorum, en icten ve yalansiz... Yorulmaktan yoruldum, anliyor musun? Yormadan ve yorulmadan devam etmek istiyorum, en azindan belli bir sure.

Bastirilmislik ve yalitilmislik kucuk mekanlarda daha cok agirlik yapiyor insana. Sanirim siyahin onlarca tonu var hayatta ve en koyularindan bir demet ruhuma calinmis durumda. Dusuncelerim ne zaman ortaya ciksa ardinda gumrah siyah bir bulut silsilesi...

Cok guzel bir laf etti gecen arkadasim, yine ben elimde sigara dalmis uzaklara giderken: "Huzur, ruhuna aci cektirmeyi birak artik" diye. " O kadar mi aciz gorunuyorum?" der gibi baktim ona. Cevabi evetti aslinda. O kadar bicare duruyor tarifsiz acilar, nereye koyacagini bilemedigin degerli bir esyani saklamak isterken debelenirsin ya dolap arkasi, hali alti, masa cekmecesi.. Tarifsiz acilari da saklayamadigin zaman birakirsin usulca gozlerine, aci aci siritirlar sonra...

Kendi karmasamda debeleniyorum anlayacagin. Icimdeki anlamsizlik disima da yansiyor. Kelama degil, ezgiye teslim ediyorum satirlari...
























25 Nisan 2013 Perşembe

Nerede yanlış yapıyorum?

     Günlerdir bunu düşünüyorum: Nerede yanlış yapıyorum? İşte, evde, sahilde... Elimde sigara dalıp gidiyorum, aklımda hep aynı soru: nerde, nerde, nerde...

      İç sesimden hayır gelmez oldu. Akıl danışacak, uzun uzun konuşacak civarda bir yakını olmayınca insanın arpacık kumrusu gibi düşünüyor. Sadece yoruldum artık diyebiliyorum. İnsana has duygulardan ne zaman bu kadar çabuk vazgeçtik biz ya da vazgeçebiliyoruz? Kalp kırmak, can yakmak ne zaman bu kadar kolay oldu? Anlamlandıramıyorum yaşananları.. İnsanları kırmamak için onca çaba sarf ederken neden sivri oklara maruz kalıyorum?

      Doğru yer, doğru zaman, doğru insan üçlemesi hiç mi kesişmez bir insanın hayatında? Saf-i karabulut olmalı yani yaşananlar, öyle mi? '' Olumlu bak Huzur, olumlu bak!'' derken yörüngemi şaşırdım. Nereye bakacağımı bilmiyorum. Elimi eteğimi çekmeli miyim her şeyden? Bunlar Yaratıcı'nın bir mesajı mı bana'ya kadar vardırdım olayı.

      Din olgusu apayrı bir yerde hayatımda ve temelinde, nacizhane, ''iyi insan olmak'' yatar. O vakit yeterince iyi değilim diyorum. Bilmiyorum blog, düşünme aşığı bir insan olan ben sıtkım sıyrıldı. Kendimi ''Sıdıka'' gibi hissediyorum: Gece yarısı özlü sözlerin, zorunlu-gönüllü bekçisi...

      Bahar mıdır böyle düşündüren yoksa hayat mıdır bahara kesif bir umutsuzluk yükleyen, çıkaramadım. Umarım, mutluluk adına yoğunlaşır tüm görüşlerim/iz...


1 Nisan 2013 Pazartesi

Duygularimdaki Ezgiler

      Bahar yagmurlari basladi sehrimde ve iklimimde. Ruhumda bir civilti olmasini beklerken yine "bahara yenildim". Mevsimsel ve duygusal yorgunluklar harmonisi yasiyorum bu ara. Her yere ve herkese yetismeye calisiyorum. Kendimi parcaladikca eksiklerimden cogalirim diye dusunuyorum; ama git gide yitiyorum. Daha da onemlisi, beni ben yaptigina inandigim duygularimdan sitkim siyriliyor.

      Kendimi bir birey olarak kesfettigimden ve deger yargilarimi olusturmaya basladigim bu yana cikis noktam hep "insan" olmustur. Keza, yazilarimda da bunun altini hep cizdim. Maalesef, son surecte gordum ki ben "insan olmak" dedikce hayatima maya calanlar ya benden calmislar ya mayamdan. Suan hamurumun neyle karildigini dusunuyorum. Biz bu hale nasil geldik? Neyin ofkesini besliyoruz birbirimize karsi? Hangi nefrete kapi araladik da bas kosesinde oturuyorlar dusuncelerimizin?Anlamlandiramadigim celiskiler kavsagindayim. Hangi yone sinyal vermek istesem, aci yuklu bir korna durduruyor beni...

     Temelimi olusturan dusunceleri yargiladikca temelimden sarsiliyorum. Vals yaptigini sanan enkaz bir bina oluyor sonra icim. Disim tabuta gerilmis carsaf misali..Ne yani sarsa hep acik kalan, "oteki"lesen taraflar oluyor. Iyilik adina savundugum tum dusuncelerim oksuz...

     Hayati cok mu soluyorum acaba? Fazla anlam yukluyorum da kaldiramiyor muyuz birbirimizi? Hissetmeye korkar oldum. Yeri geldiginde haksizi savunmak adina olmasi gereken net bir durus sergilemek neden insanlari bu kadar rahatsiz ediyor? Dogrulardan kacmak hangi yanlisi masum gosterebilir? Deger verdiklerimizin degerini azaltmak icin  neden bu kadar cabalariz? Ya da bizim icin onca caba sarfedenlere duvar ormek midir insanlik?

     Bahar bana pek hos gelmedi sanirim. Ya da ruhum her mevsim sonbahar, bozuk plak misali...

     Ne diyelim, dilerim gelecek guzel gunler en guzel ezgilerde bulusturur duygularimizi. Saglik, mutluluk ve her daim insanlik ile..

24 Mart 2013 Pazar

Hayatimizdaki Dugumler

    Uzun zamandir yapmak istedigim bir sey vardi: Son zamanlarda okuyup begendigim kitaplar hakkinda bir seyler karalamak... Malum Garfield ruhlu oldugumun daha once de altini cizmistim. Hatta annemin cok sevdigim bir lafi vardir bana: " Oglum usengecin cocugu olmamis." Ona bile usenmis yani :)

    Her neyse gelelim kitaplarimiza. Kitaplar... Beni hayata baglayan; ama bir o kadar da sogutan essiz sevgililerim. Her gun birini digeriyle aldatmak icin can atiyorum desem yeridir. Dagilmayayim. Gunumuzden gecmise dogru gitmek istiyorum.

    Ilk kitabimiz "Düğümlere Üfleyen Kadınlar "  Ece Temelkuran'in kitabi. Okurlarla bulusali henuz cok zaman olmadi. Beyrut, Tunus, Libya ucgeninde 4 kadini anlatiyor. Hayatin bir sekilde savurdugu, yollari devrim sonucu kesisen 4 kadin. Hayattan, gecmisten, yasanamamisliklarindan intikam almak isteyen 4 kadin. Bu kitabi anlamak icin Ece'yi tanimak gerekir. Gecen hafta sehrimize soylesiye geldi kendisi. Bambaska bir kadin. Son derece halktan, icten, samimi, sicak... Kose yazaridir kendisi Bir Gun gazetesinde. 3 defa isten kovulmus 20 yillik bir gazeteci. Hukumete gercekleri catir catir soyledigi icin "cigdem" misali citlenilmeye calisilan bir ademkizi.. Gazetecilik yasaminin buyuk bir cogunlugu Ortadogu'da gecmis atesli dusunceleri olan, ulke topraklarinda yasayan insanlari yekpare goren, hayatini insanlara ayna tutmaya adamis bir kadin. Ortadogu cografyasina son derece hakim bir sahsiyet. Son kitabini da kacarak gitmek zorunda kaldigi Arap dunyasinda yazmis. Buraya bile gelebilmek icin etkinligi duzenleyen insanlarin onu almasi gerekti. Neden mi? "Korkuyorum, cok fazla tehdit telefonu aliyorum cunku" dedigi icin. Boyle degerlerimize ancak ocu olabilen bir Ulkeyiz biz!

   Akabinde bahsetmek istedigim kitap: " Üç Renk Sanat"... Bir kac arkadasin bir araya gelerek olusturdugu, isimlerini aciklamadiklari ve kapaginda " Isimsizce, Edebiyata bir soz birakmak icin..." cumlesiyle harekete gecen, renklerin konustugu bir eser. Evet, yazarlarinin usta olmadigini biliyorum; ama Usta duygularla harekete gectiklerini, kendilerini derledikleri bir eser oldugunun da altini cizmek istiyorum.. Duzyazidan siire, guzel sozlerden roportajlara kadar bir cok turde yazinin renk cumbusu... Her duyguya bir renk tonu koyabileceginiz turden boya paletine parmaklarinizi gecirip fircayla kendi renginizi bulmak adina ilerleyebileceginiz bir kitap Üç Renk Sanat.. Yazarlarindan biri sayet su satirlari okuma guzelligini bahsederse, kendilerine cok tesekkur ettigimi bilmelerini isterim. Bir omur renk sacmaniz dilegiyle... 

   Onun sonrasinda okudugum Mehmet ANIL'in eseri "Edeb Yâ ". Osmanlidaki "oglancilik" kulturunu anlatan bir doneme adindan bahsettirmis, guzelligi dillere pelesenk olmus 15lerindeki "KIZ FERHAD"in Bosna'dan alinip Osmanli'da Yeniceri askerlerinden tutun, donemin unlu devlet adamlarina kadar bir cok kisiye hizmet etme hikayesi... Bugun farkli dusunen insanlari otekilestiren, "Osmanli Erkegiyiz biz" seklinde boburlenen yurdum insaninin Osmanli'nin erkeklerinin karanlik bir carsaf gibi coktugunde koynuna kostugu "KIZ FERHAD"i okumalarini siddetle tavsiye ediyorum.

     Daha onlarca kitap var bahsetmek istedigim, ama en son okuduklarim arasinda ozellikle adinin duyulmasini istediklerimi yazdim. Okumanin ozelligi ve guzelliginden bahsetmek abesle istigaldir gozumde. Onemini kavrayamamis insana da bundan bahsetmek Musluman mahallesinde salyangoz satmak misalidir nezdimde.

    Dilerim bir gun odalarimizin, salonlarimizin, sehirlerimizin bas koseleri okuya okuya eprimis kitaplarla bezenir. Her daim edebiyatla kalmak dilegiyle...

"Dert ceken oldukca, 
Turkuler var olur.
Turkuler susmaz dostum..."


        


23 Mart 2013 Cumartesi

Mutluluktan Mim'e

    Selam blog ve blogdaslar :)
      Zaten yazmak istiyordum dun; ama asiri mutluluk bunyemi sarsmis sanirim, uyuya kalmisim laptopun karsisinda. Ikisi bir arada olacak bugunku yazim. Mutlulugumdan tutup "mim" olayina gelecegim.

      Cok tuhaftir ilk defa mutlulugu ifade eden bir sey yazacagim. Nedir: dun dogum gunumdu. Normalde hic onemsemem, genelde insanlarin mesajiyla hatirlarim ki zaten dun de oyle oldu. 00.01 sularinda basladi mesaj yagmurlari (Hic bir zaman eksik olmasin, hepinize tesekkur ediyorum). Buna ihtiyacim varmis, onu gordum. " Wertherim olmak uzere, sadakat sipam , amorf kudurugu, kaytanim gur biyiklim ve denk getirip bir turlu acamadigim tosbaaam oyuncak ayim ve diger esraf.." Cok tesekkur ederim. Bu bunalmisligima o kadar guzel geldi ki sozleriniz, hepinize tekrar tekrar tesekkur ediyorum. 4 farkli ortamda 4 kere kutlama yapmak, elimde hediye posetleri yagmur altinda kosturmak, suratimda sapsal bir gulumsemeyle yagmur damlalarina tebessum etmek o kadar guzeldi ki... Biraz arindim sanirim. Yalniz benim icin en farkli olan "Ciciannemin" telefonuydu. Babamin iki esi yok arkadaslar, sakin :) (Nerde, oyle bir guzellik yapip huzur vereydi bize:) Neyse, Cicianne bizim kulturumuzde bebek, ebe disinda ilk kimin eline dogarsa ve 40 gun onu yikarsa  ona denir. Ben de evde dogmus bir "tosun" olarak, ilk ciciannem almis beni, 40 gun boyunca o yikamis. Hatta annemin bana hamileligi o kadar sikintiliymis ki aldirmaya karar vermis, ama ciciannem vazgecirmis annemi. Beni aldirmasin diye 9 ay annem herseyden midesi bulandigi icin evimizin yemegini, temizligini o yapmis. Yetmezmis gibi 40 gun de ustune KDV ben :) Dun arayan arayana tabi, cok guzel bir sekilde; sonra aksam 18 - 19.00 arasi bir saat, telefon calar: ciciannem,

- Oglum, dogum gunun kutlu olsun
- Cicianneeemm tesekkur ederim
- Bu saatlerde gelmistin dunyaya biliyor musun?
- .... (Sessizlik)
- Suan dogumun gozumun onunde, seni kucagima alisim...
- Cicianee (gozler dolar, hafif bir tebessum)
- Yavrum cok tutmayayim ben seni, arkadaslarin arar, rahatsiz olma cok opuyorum, seni cok seviyorum
- Cicianne olur mu oyle sey tutmak ne demek. Ben de seni cok seviyorum, kocaman opuyorum..

     Yazarken dahi gozlerim doluyor. Cok incedir benim ciciannem, daha kimseye sesini yukselttigini bilmem. Hep alttan alir, sakin sessiz konusur. Bu arada, ben cicianneme benzerim dis gorunus olarak. Annemle ikisi yan yana gelince ben senin cocugun degilim, ciciannemin cocuguyum derim :) Bebekken annem beni tasiyamadigi icin ciciannemle birlikte carsiya inerlermis, bana yolda birileri "annen kim?" diye sordugunda ciciannemi gosterirmisim :) Benim icin oyle onemlidir yani ciciannem. Velhasili, ilk defa farkli hissettim. Oncelikle yas mefhumu... 25 bitti ya :( Surda 30 olmaya cok az kaldi ve ilk defa yas sorunu olustu bende. Neyse, gecmise mazi... Diger yandan bir yerde mi okumustum yoksa biriyle konusmus muydum bilmiyorum; ama soyle bir cumle gecmisti: Insanin hayatinda donum noktasi olan yaslardan biridir 25. Gencligin bitip yetiskinligin basladigi nokta. Kesinlikle katiliyorum. Ilk mezun oldugum zamanlara, hayata gecmisteki bakis acima, calisma hayatimdaki acemiliklerime bakiyorum da bu yil gercekten daha bir farkli. Yasanmisliklar, yuklenen anlamlar, mutsuzluklar bile ciddi, ayaklari daha yere basan turden.

      Sonuc olarak, yanimda oldugunu arayarak, aramadan, mesajla, kalp gozuyle aksettiren, hissettiren, unutan, muallakta kalan ne kadar insan varsa hepsine cok tesekkur ediyorum. Basta da belirttigim gibi, kara bulutlarimin dagilmasini sagladiginiz icin cok tesekkur ediyorum. Hep birlikte nice yillara... :)

                              Mim, mim midir?
 
      Veee gelelim su mim olayina. Ne oldugunu hala daha anlayamadigim, acikcasi anlamak icin de cok ugrasmadigim bir sey "mim". Acilimi nedir bilen var mi?: "Meger Icimiz Mahvolmus"olabilir mi? "Mallik Insan Meziyeti" mesela? Ne bileyim uzun halini siz soylersiniz. Her ne kadar anlam ifade etmese de :) Zaten blog yasamimda iki kere "mim" aldim, ilki adini zikretmek istemedigim eskiden "kirgin" olup artik "noktayi koydugum" bir insan ki onun bundan dahi haberi yok, eminim, her neyse. Diger mim de sagolsun(!!!!) kaytan biyik beyin inceligi (!!) Arkadas, ben kendimi ifade etmeye bile usenen bir tipim, bir de bana detay soruyorsunuz, yapmayin gozunuzu seveyim. Yeteeeer iyi cemkirdim, sus ve yaz Huzur!!!!

1. Su mu, ates mi, gunes mi olurdun? Neden?

Ben hepsini barindiran bir bunyeyim. Hayatin ve Ulke'nin gidisatina bakinca ates puskuren, Bam telime dokunan insanlari gozlerimle Gunes gibi yakan ve masum bir bebek gordugumde ya da bakislarinda insanligi hissettigim kisilerin yaninda Su gibi durulan bir tip.. O nedenle, herhangi birini secme sansim yok, ki bunun her insan icin oyle oldugunu dusunuyorum. Hammaddesi duygu olan bir mekanizmanin tek tarafli kalabilecegine inanmiyorum.

2. Tas olsan nerenin tasi olurdun?

Valla musalla tasi olmazdim da ne olurdum bilemedim simdi :) Italya'daki Asiklar Cesmesinin tasi olurdum muhtemelen. Insanlar mutluluk adina yanima gelip dileklerini sunardi, ben de elimden geldigince dileklerinin gercek olmasi icin cabalardim. Bu arada etraftaki taslari da bol bol kesme sansim olurdu. Belli bir sure sonra "tas tas ustunde kalirdi" belki, kim bilir? :)

3. Neyin ve kimin karsisinda hangi durumlarda susarsin?

Dogrulugun karsisinda susarim. Hatta saygiyla egilirim.  Herhangi bir fikri mantikli izahatlerle ifade eden birinin karsisinda diretmem. Bir de salakliga ve dusuncesizlige tahammulum yok, o nedenle omzundan yukarisini bos yere tasiyan insan gorunumlu organizmalar konusmaya basladiginda susmakla kalmaz ortami terk ederim. Hayat bu kadar bos ve fikir uretemeyecek kadar basit degil cunku.

4. Kusur olsan nasil bir "kusur" olurdun?

Simcik sole oluyor, biz "ibne-i cihan" olarak zaten "defolu tshirt" muamelesi goren insanlariz :) Millet bize ruh hastasi, sapik, sizofren demedigini birakmiyor bildiginiz uzere. Illa ki detay diyorsaniz gotteki kusur olurdum, niye mi: butun gotler mudur oluyor cunku :) En azindan hayatim makam- mevki sahibi, saygin gecerdi be :)

5. Kufur olsan ne olurdun? Kime savrulurdun?

Cumleleri her an kufurle renklenen bir insan olarak en sevdigim sanirim "Deveye diken, insana siken yaranir." olurdu da savrulmak istedigim cok insan var hangini diyeyim bilemedim. O zaman siradaki kufru insanligindan cikmis bunyelere yolluyorum :)

6. Esir olsan neyin veya kimin esiri olurdun/ olmak isterdin?

Oncelikle esaret bana cok aykiri bir sey. Katlanabilecegim bir olgu degil. Hele ki birine muhtac olmak.. Aman Ya Rabbi, sen koru! Soyle kiviralim o vakit, gonlumu esir etmek istedigim insan George Clooney'dir. Gelip beni alsa "Alyazmalim in New York"u cekeriz yani. :) Ben saci, sakaklari ve favorileri yer yer beyazlamis insanlari hep daha cekici bulmusumdur. Duyrulur !!! :)

7. Bir suc olsan nasil bir "suc" olurdun?

Bizim gibi geri kalmis bir Ulke'de hala suc kabul edildigi icin "dusunce sucu" olmak isterdim. Insanlik adina, en aykiri fikirler olmak isterdim. Mutluluk, baris, birliktelik adina kurar kurar atardim kendimi ortaya :)

8. Topraktaki guc olsan o gucte ne yetistirilirdi?

Sebze asigi bir insanim ben. Var gucumle sebze yetistirirdim her diyardan. Enginardan, lahanaya. Maruldan borulceye akliniza gelen ne varsa sebzelerin kardesligini olustururdum ustumde. Hem de yesilin huzurunu daha derinden hissederdim...  

9. Sayilmadiginda ne hissedersin?

Sak diye cevabimi veririm. Mutaasip bir sehirde Universite okumustum maalesef. Sinifa gittim %80'i cemaatci. Bahcede bolum olarak oturuyorlar, ben de yanlarina gittim sirayla tokalasip tanisiyoruz. Bir tane kapali kiza elimi uzattim beni sallamadi cekildi, ben de "merak etme deniz hiyari degilim, dokununca bosalmiyorum" dedim. Kiz bir daha ayni hatayi yapmamak icin hep iyi gecindi benimle :)  

10. Bir "oyun" oynasan ne oynardin?

Hayatimda derin izler birakan oyun, bisikletle sikistirma :) Binmeyi seviyorum kucuklugumden beri, ne yapayim :) Hatta bir gun bu oyunu oynarken benim on tekerlegim arkadasimin bisikletinin arka tekerlegine girmisti son surat giderken, o sirada benim bisiklet durdu ama ben gitmeye devam ettim:) Yaklasik 20 m yuz ustu suruklenip 1 ay boyunca yuzumun yarisi mersolle turuncuya boyanmis Godzilla gibi gezmistim.  :) Derin iz derken, bizde yalan yok haci ;)

     Simdi kural geregi yazdiklarimizi 3 kere cevirip ustune oturuyormusuz, sonra alinan zevkin tarifini beyan ediyormusuz :) Tamam tamam 3 kisiye daha ayni iskenceleri cektirmem gerekiyormus, Werhter minigim, Sadakat sipam ve Amorf kudurugum hadi bakalim abisinin yavrulari, davranin kalemlere :)

6 Mart 2013 Çarşamba

İçimdeki Siyahi'ye

    Uzun zaman oldu buralara yolum düşmeyeli. Buna yorgunluk de, yılgınlık de, üşengeçlik de, isteksizlik de, var adını sen koy bloğum. 

    Birikmişliklerimi daha fazla sürükleyemiyorum. Hayata karşı hem öfkeli hem kırgın hem de çaresizim. Ruhsal dalgalanmalar, etrafımda dönen bedenler, gönlümdeki kırgınlıklar bir çıkış noktası bulamıyor artık. Avazım çıktığı kadar susuyorum ya da boğazım patlayana kadar kahkaha atıyorum. Acıma kahkaha basıyorum ve bir şeyleri öteliyorum, ne mi oluyor: yılgınlığım daha da derinden sarsmaya başlıyor. Düşüncelerim uğulduyor ve çıkış noktam yine bu fırtınanın içindeki huzura sığınmak zorunda kalmak oluyor.

    Kendimi, tercihdaşlarımı ve toplumu düşünüyorum. Sosyal paylaşım sitelerine bakıyorum ve bir kez daha iğreniyorum insanlıktan. Toplum tarafından bunca örselenmiş bir güruh olarak nasıl olur da en çok yarayı birbirimizden alabiliriz diyorum. ''Biz'' olabilmek adına çırpınırken ''ben, sen, o'' şeklinde parçalanmak neden? Ben mi çok gerici ya da yobaz düşünüyorum, yoksa dürtülerimiz mi iki üç çağ önden gidiyor? 

    Kendimi dibine kadar sorgulasam da en büyük yıkımı içimde yine ben başlatsam da buram buram yalnızlık kokan bir ruha bedenlik etsem de hiç bir penis ruhumdaki boşlukları dolduramayacak! Hiçbir orgazm, kalbimi tatmin etmeyecek ve hiçbir sevişme duygularımı sarmadığı sürece beni ısıtmayacak! Gerekirse bundan 30 sene sonra yalnızlığımla baş başa dışarıyı izleyeceğim; ama günübirlik avuntulara sığınmayacağım! Adım ''yobaz'' olacak, belki dibine kadar salak, kendini beğenmiş, nobran vs. diye anılacağım; ama beni ben yapan değerlerim olacak. Bedelini yalnızlık ve yalıtılmışlıkla ödeyeceğim; ama ruhum örselenmeyecek!

    Şaşırıyorum blog, kendimi topladığımda ise acı bir tebessüm buluyorum suratımda. Bunca itilmişliğe karşı vereceğimiz tepki bu olmamalı. Mazoşist olmanın kimseye faydası yok çünkü. Mutluluk iki kişilik yalnızlıklar biriktirerek, yatak odalarında şehvet kokan duygularla dans ederek yakalanamıyor maalesef. 

    Kendimi koyduğum noktaya bakıyorum, ne kadar da çok anlam yüklemişim etrafımdaki bedenlere. ''Anlamsız Yığınlar Lügatı'' oluşturmuşum istemeden. Sonuç mu: Silüetten öteye geçememiş, kaba taslak insan figürleri... Etrafımdaki etten duvarlarla öylesine daraltılmışım ki kendi nefesimi başka ruhlardan soluma ihtiyacı doğurmuş bu da ister istemez. 

    Söylenecek onca söz varken sessizliğime gömülüp kendi fırtınamda sürüklenmeliyim sanırım. Bir süre daha örselemeli belki de hayat beni. Ne de olsa ''ruhu zencileşmiş bir beyazım...''



   

8 Şubat 2013 Cuma

Kar Yagiyor Bu Gece...


     "Daha yalnız olunabilirdi, yalnızlık olmasaydı..." der Emily Dickinson. En sevdigim Amerikali sairlerdendir. Kiriktir cunku, benim gibi... Hayati boyunca cok az insanla konusmus, babasinin olumunden sonra kendini odasina kitleyip kucuk bir camin arkasindan kagitlara yazip verdigi notlarla iletisimini kurmus bir insandir dunyayla.. Yasarken cehennemini olusturmus, kendini yakmaya erken baslamis bir insan...

       Yoruldum. Kendimi ifade etmeye calismaktan, ayni dili konusup ayri anlamlar cikardigim insanlardan. Cok seslilikten biktim. Belki de Dickinson gibi inzivaya cekilme vakti.. Nasil ki hayat umutlarin arkasindan bakiyorsa bize ve verdigi tek sey husransa, bugulu cam arkasindan hayata tutunmak en guzeli olamaz mi?...

         Icinde hissettigin her an aci veriyorsa, disinda kalmak en guzelidir, kim bilir? Sehirde nefes nefese kosturan milyonlar arasinda "cildirtasi bir yalnizlik" yasamaktansa, Himalayalarda kendini dusunceye adamis bir kesisin  yalnizligina gark olmak akla olmasa da ruha selim geliyor.


"her sabah bir dev masalinda uyaninca
hep cocuk kalmak, kurtulmak.."



          

          

21 Ocak 2013 Pazartesi

Ruhum Serzeniste!

     Selam blog ve blogdaslar!
Yine "dolmadan tasamayan" donemin icine girdim. Haliyle ruhumu hafifletmeye calisiyorum. Yazmak ne kadar mi ise yariyor? Sonuc pek ic acici degil.

     Hayata ruhumun tum ciplakligiyla direnmek ruhumu da bedenimi de daha cok yakiyor. Dusunceler yoruyor, insanlar yoruyor, hisler yoruyor, sesler yoruyor, kahkahalarin arasina serpistirilmis "es"ler yoruyor, bitisler ve yitirisler yoruyor, umutlar yoruyor, yoruyor, yoruyor... Bense kontrolu kaybedilmis araba misali her noktaya, insana, dusunceye, hissiyata carpa carpa durmaya calisiyorum. Sonuc: Amacsiz uykusuzluklarin yol actigi, isigini kaybetmis yorgun gozlerin hayata trajik yansimalari... Ruha nevrotik tepkimeleri...

     Mutsuzum blog. Bu yasamda nefes almaktan, boyle LANET bir duzene boyun egmekten, acliktan olen insanlari gorup harekete gecememekten, ben oldugum halde 3.tekil sahis adina davranmaktan, icsellestirilememis bos doluluklara tahammul etmekten, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanoglundan, hatirlamanin ruhuma batan diken misali oldugu hayatlardan... Iyi gun dostu dusuncelerden, karanliga el yordami alismaya calisirken var gucuyle celme takan anlamini kaybetmis sinsi kotuluklerden... Yani blog, hayatta akmak zorunda olmaktan mutsuzum. 

     Duygulari derinlemesine yasamak usandiriyor blog. Beynimin her an alarm durumunda olmasindan yoruldum artik anliyor musun? Bir gunlugune de olsa dusuncelerimin dondurulmasini istiyorum. Amacsiz davranislar sergilemek, gorduklerim ve hissettiklerim karsisinda ruhu hirpalamak yerine bedenimi dansa kaldirmak... 

     Kemiklesmis mutsuzluklar bir sure sonra can yakici oklara donusup en hassas duygularimi yaraliyor ve dusuncelerim kaniyor usul usul... Biktim artik son ana kadar dumeni elinden birakmayan Kaptan'i oynamaktan. "Her daim guclu olmak zorundasin Huzur. Annene hissettirme; kafasina takiyor kadincagiz sonra; gul, bak cocuklar hemen farkeder onlarin karsisinda gul, dostlarin senin yuzunden uzulmemeli onlarin yaninda gul!". Simdi ruhunla bas basasin koyver incilerini, dok etegindeki taslari!!! Olmuyor maalesef! 

     Duygusal kuntluk yasiyorsun belli bir sure sonra. Insanlarin suratina 5 dakika baktiktan sonra ne demen gerektigi aklina geliyor. Kafanda dusunceler lunaparktaki balerin misali bir yukselip bir alcalir da sen, kenarda bir tur binebilmek icin bir umit bekleyen sokak cocugu misali pic olmus hayallerini cekip almaya calisirsin. O noktada hangi dinginlik yardimina kosabilirse o kadar yardim edebiliyorum kendime.. Bilmiyorum blog, etrafimda donen dusuncelere anlam verememenin senfosi belki de su satirlar. Bestekarini kaybetmis anlamsiz gufteler misali...

   Diyorlar ki: "Bir yalan eksik, bir yalan fazlaNasıl olsa döner dünya.."

"Alışmışız mutsuzluğa, mutsuzluğa inanmaya..."

  

     

7 Ocak 2013 Pazartesi

Bu Kent Yangin Yeri

    Nice canlar yiter bu sehrin altinda, adini "kader" koyarsin, "hayat" koyarsin.. "Takdir-i ilahi" dersin ve oylesine iki damla suzulur mu bilinmez yanaklarindan. Bir parmak bal calarsin kalanlarin agzina.. Yiten umuttur, nefestir, bir sabinin gozundeki masumiyettir oysa. Gencecik fidanlarin bilinmezlige ugurlanmasidir hic pahasina... Sahneyi avuntu sozcuklerinin kahreden fisiltisina birakirsin sonra: "ISIKLAR ICINDE YATIN"...


   Saat oglen 12 sulari... Ates dustu yine sehrime. Yine yikildi ocaklari ademoglunun. Deli boran yagan kara inat, harli simdi o insanlarin yurekleri... Gunlerdir yanarken yuregim sebepsiz yere; artik somut sebeplere dert yanip agit yakar oldum. Hangi taziye dindirecek simdi o insanlari? Hangi sabi o babanin eksikligini hissetmeden bu lanet yasama direnebilecek? Dilerim iclerindeki ates tez zamanda koz olur, yakmaz daha da ruhlarini ve kaybettiklerini nur dolu misk-i amber kokulu guzelliklere yollarlar... Ekmek paraniz icin ayrildiniz bu Dunya'dan EMEK INSANLARI, dilerim en icten misafirperverlikle karsilanirsiniz yola ciktiginiz diyarlarda... 

   Doldum yine blog. Her zamanki gibi dolmadan tasamiyorum. Yine aciyor ruhum inceden. Devlete, duzene, haksizliga... kisaca insanliga karsi ne varsa lapa lapa lanet yagdiriyorum. Gozumde iki damla yas, bir bir akitiyorum ruhumu temizlemek ister gibi. 

   Ya ben cok kirliyim blog ya da hayat, kendini, tozunu almadan sunuyor insanliga...