7 Temmuz 2013 Pazar

Ruhumda köşe bucak

    Yine nefes almaya üşenir moddayım. Sorgulama, sorgulama, sorgulama... ''Bok var!'' diyorum kendime bazen, ''yeter be, ne düşünüyorsun bu kadar!!!''. Olmuyor maalesef, elimden geldiğince kendimden kaçıyorum; bakıyorum bir arpa boyu yol katetmişim.

    Daha küfürbaz ve mutsuz olduğumu farkettim son 4 yılda. Ne değişti diye bakıyorum: Kendimi kabullendim, 150 küsur iş başvurum reddedildi, 50'ye yakın Üniversite mülakatım torpilsizlikten olmadı, Kpss'ye sanırım 5.kez girdim, onlarca gereksiz insan tanıdım. Hayli ''farklı'' standartlara erişmişim blog, değil mi?

    Sese tahammül edemez durumdayım. Ne içimdeki, ne dışımdaki... Tüm evren lal olsun mümkünse. Müzik dahi dinlemez oldum son zamanlarda. Sadece duruyorum ve bakıyorum. Denize, tavana, ekranlara... Artık kendimi anlatmak için çabalamıyorum, açık vermemek için de... '' Su akar yolunu bulur'' sözü yaşam biçimim oldu. Şunu farkettim: Sen hayata nasıl bakarsan, sana öyle dönüt veriyor. Çok mu ciddiye aldın, naza çekiyor. Umursamıyor musun, peşinden koşuyor. Salıverdim yani blog: hayatı, kendimi, umutlarımı, insanları...

    Yaz için planlarım vardı mesela: İstanbul'da vakit geçiririm, Kaytan'ı ziyaret ederim, İzmir'e giderim vs vs.. Şu an sadece güneş görmeyen odada uyumak istiyorum. Uyuyayım ve uyandığımda artık taşlar yerine oturmuş olsun. Her daim net olmaktan, önümü görmekten yanayım; aksi olunca bocalıyorum çünkü. Onu da elimden aldı bu düzen, sağlık olsun.

    Shakespeare'nin çok sevdiğim bir sözü var: '' Önce hayaller ölür, sonra insan''. Sanırım ben kendi vaktimi beklemeye başladım elimde dilek ağacına bağlanamamış, kefenlenmiş hayallerimle...

    En sevdiğim ve ruhumda-kalbimde özel olan dostum geçen şunu söyledi: ''Kendini sev biraz''. Sanırım olay bu noktada başlıyor, ben kendimi sevmiyorum. Bazen Orta Çağ'ın lanetlenmiş cadıları, Cahiliye Dönemi'nin yakılan kızları gibi hissediyorum. Örselenen ve ötelenen bir şeyler var ruhumda. Her daim viran...

    Kalabalıklar içinde yalnız kalmasının sebebi belki de bu ruhumun. Mavi' nin güzelliğini keşfetme umuduyla suya koşan birinin ufalanmış taşlara takılıp hüzne gark olması misali. Bardağın dolu tarafı denir ya hep, bense ''Bardak nerde?'' diyecek kadar nihilist durumdayım.

    Bilmiyorum blog, bocalıyorum yine. Debelene debelene ruhumda boğulmak yerine göğsümü gere gere hayatta kaybolmak istiyorum.

    Gün, yeni umut ve mutluluklara gebe olmalı ve Güneş, tebessüm saçmalı insanlığa...

5 yorum:

  1. Kendi blogumda -o blogum gay temalı olmadığı için rahatlıkla paylaşamıyorum- ben de yazılarımın başlangıcında umutsuzluğumla, daha sonra da biraz açık kapı bırakarak bitiriyorum yazılarımı; kötümserliğin alasını yaşayabilirim. O yüzden açık sözlülükte fayda var: Bok gibi her şey.

    Bize geçmişler olsun dileğiyle...

    YanıtlaSil
  2. yavrum ne de güzel ifade etmişsin :) arkadaşının dediğine biraz katılıyorum desem. olay sen sevmiyosun kendini değil ama işte sevmek o sevmek değil. neyse. güzel yazı güzel insan...

    YanıtlaSil
  3. Felicita, korku zaten kötülüğü tetiklemiyor mu bu Ülke'de? Her an bir aşağılanmanın esiginde olmak bir eşcinsel olarak yeterince kolunu kanadını kırmıyor mu?

    Panda, dediğin gibi, sevmek o sevmek değil...

    YanıtlaSil