13 Aralık 2012 Perşembe

Gidenlerin ardindan..



    Erdal, Yusuf, Huseyin, Deniz, Mahir, Cihan ve onlarcasi... Kendi gencliginin kaniyla beslenen bir Ulke burasi!! 

    17 yasindaydi Erdal. Bir seylerin yanlis oldugunu farketmisti, o liseli gencliginin atesiyle kani damarinda durmuyordu. Protestoya katilmisti. Gosteri sirasinda bir Asker vuruldu ve 24 kisi gozaltina alindi. 24 kisiden biriydi Erdal. Yasi bulundugu topluluktaki insan sayisi kadar bile yoktu. Suc ustune kaldi Erdal'in. Bizim buralarda bir laf vardir: "Evin kucugu, evin itidir.". Erdal'a da ayni muamele yapildi belki de: "Bu Ulke'nin kucugu ve iti muamelesi...". Kendi gunahlarinin bedelini o cocuga bictiler.   

    Kenan Evren: "Asmayalim da besleyelim mi?" dedi ve yasini buyutup apar topar yangindan mal kacirir gibi bu dunyadan kacirdilar Erdal'i. O zihniyet Erdal'i asarken aslinda icinde besledigi kini, intikami, ofkeyi asiyordu. Tipki 8 sene kadar oncesinde 3 genci daragacina yolladiginda hissettigi ofke gibi...

    Yillar gecse de ne ofke dindi bu Ulke'de ne adaletsizlik, haksizlik, esitsizlik... Sizin bedenleriniz dar agacina yollandi fidan misali, bizimse daha ergenligine bile girememis umutlarimiz, hayallerimiz, beklentilerimiz berdel ediliyor an be an karanlik gelecege...
    

11 Aralık 2012 Salı

Romanlarin Lugati...

    UYARI!!(WARNING): Bu yazi bol bol kufur icermektedir. Kufur de nazarimda bir sanattir, hele de Romanlarla ayni atmosferi soluduktan sonra, ekmek-su gibi olmustur hayatimda :) Bundan mutevellit, okuyanlarin olumlu/olumsuz elestirilerini bu uyariyi goz onunde bulundurarak yapmalarini rica ederim.. :) 


    Malumunuz bir Roman okulunda calismaktayim ve uzun zamandir da Romanlari anlatmak istiyorum. Mamafih, ruhu en az Garfield kadar tezcanli(!!!) olan bir Ademoglu olarak, ancak enerjimi toparlayabildim.

    Okula basladigim gunler Romanlara has o malum kokuyla savasarak gecti zaman. Isin guzel(!) yani ise tam sinifimin karsisinda bir tuvaletin bulunmasi. Daha da guzel(!!!) tarafi cocuklarin delik haric her yere itinayla sicmasi.. (buna tavan da dahil, gozumle gordum). Bir ara bu cocuklarin got deligi, isi yeni ogrenen stajyer melekler tarafindan acildi diye dusunmeye basladim. 

    Tabi olaylar cereyan ederken bir de veli cephesi var ki isin matrak kismi burada. Teyzelerim siz evinizde hic mi temizlik,utu,yemek yapmazsiniz anlamam! 9-3 birlikte mesai yapiyoruz. Hatunlar aziklarini da yanlarinda getirip seriliyorlar sahanin icine, pikniklerini de yapiyorlar bir guzel. Oyle ki Beden Egitimi derslerinde ogrenci ve ogretmenler yer vermek zorunda dahi kalabiliyor kendilerine.. Derken gunlerden bir gun iki Roman hatun kavgaya tutusur. Kavgada aynen su cumle sarf edilir; "Sen duuuurrr aksam gocama diyeyim de seni s.ksin, az zevk alsin." :) Bunu nobetci arkadas duymus o soyledi, resmen yas geldi gozumden. :)

    Ilerleyen gunlerde ise, sinifimda cok sevdigim bir kiz ogrencim var, surekli beni gulduren; "cadi" sinifta bir erkekle kavga etmis ve kufurlesmis ki ilk gun girdigim derste belirledigimiz kurallara gore kufur yasak!!!   

    Her dersin ilk 5 dakikasi sikayetle gectiginden hemen sinif baskanim gelip "uretmenim cadi ve kovboy cok kotu kufurler ettiler" dedi. Ben de merak ettim, yalan yok. Cagirdim bunlari "biz ne anlamistik diye ufaktan fircami cektim; sonra da soyleyin bakalim ne dediniz birbirinize?" dedim. Ikisi de utandi haliyle. Once kovboy "uretmenim ben utanirim kulagina soyleycem" dedi. "Tamam bakalim" dedim ve egildim. Kufur aynen su: " Orda- burda s.kerim seni yorgan altinda." Gulmemek icin tuttum kendimi. Kaslarimi catip basimi salliyorum; ama icimde firtinalar kopuyor haliyle:) Sonra cadiya dondum "Sen ne dedin bakalim?" dedim. O da kulagima soylemek istedi. Egildim ve cadimin cevabi aynen su olmus: " O laflar baga girsin, o s.kler saga girsin." Allahim catlamak uzereyim ama. Bunlar nasil kufur diyorum:) Derhal cadiya donup: " Cadi, utanmiyor musun boyle bir sey demeye" dedim. Cevaba bakin : " Heeee necun utanacagmisim. Olar ergeg deye deycekler de ben gizim deye susacag miydim? Ben de yalan yok uretmenim." Kizimin icindeki anarsiste hayranim :D

   Bir kac gun sonra nobet esnasinda bir arkadasim cami kirdigini soyledikleri bir ogrenciyi yanina cagirmis" Oglum, dogru soyle sen mi yaptin?" diye soruyor. Cocugun cevabi su: " Uretmenim olumu s.ksinler ben yapmadim." Bu sirada ben de ordan geciyordum ve koyverdim kahkahayi :)

   Yine gecenlerde muzik dersinde "Hadi bakalim, darbuka calalim siz de roman havasi oynayin" dedim. Benim cadi hemen firladi attiriveriyor gobecikleri, hem de nasil. Agzim acik onu izliyorum. Bir parmak siklatmasi var sinif inliyor. Sarki bitmek uzere ben cagirdim bunu yanima " Cadi, bana da ogret bakalim nasil parmak siklatiyorsun?" dedim. Bu ellerimi bir oyle bir boyle tutup yaptirmaya calisiyor, ama bende tik yok. Dogustan yeteneksizim yani :) Bakti bu ben yapamiyorum, aynen su cumleyi kurdu: "Valla uretmenim senden bi alt olmaz." :) Sinifta roman olmayan sadece 1 tane ogrencim var. "H" harfini de bir tek o kullaniyor. :)

   Bir Turkce yazilisinda es anlamli sozcukleri sordum. "Armagan kelimesinin es anlamlisi nedir?" diye. O kizim haric tum kagitlarda su yaziyordu "ediye" :)

   Bir de sunu ogrendim: Biz nasil ki onlara Roman diyorsak hatta "Cingen", onlar da cingen olmayan insanlara " Geben" diyorlar. Daha yasli insanlar ise "Yezid" diyor. Hatta bugun konusurken "Cocuklar haberiniz var mi sizin mahallenizi yikip TOKI yapacaklarmis" dedim. Benim cadi hemen atladi " Evet uretmenim, bizim mahallede gonusuyola, sidikli baskan buralari cinganlardan almis, ev yapcagmis, gebenleri goyacagmis, cinganlari da atacagmis" dedi. 

    Henuz "siz" kavramini oturtabilmis degiliz. Bir sey isterken: "Uretmenim senin masana oturuyola usaklaa" ya da " Uretmenim galem var mi sende?" minvalinde konusmalar cereyan etmekte... :)

    Saf, icten ve dogal olmalarini seviyorum; ama yeri geldiginde durmalari gereken noktayi bilmemeleri hosuma gitmiyor. Benden onceki ogretmeni dovmusler. Mahkemeye vermis dovenleri ve zavalli kadincagiz tayin isteyip gitmek zorunda kalmis.

    Ne diyelim kavga kiyamet olmadan, 9-8lik bir neseyle yil sonunu bulabilmek umidiyle.. :)

"Hamam tasi gumusten,
Yeni cikmis o isten.." :)




10 Aralık 2012 Pazartesi

Nilgun Dusler...

Biraz daha mavi uyanmak adina,
Dunyadaki tum yanlislari yikmak ugruna,
Mutlulugu bir cocugun mutluluk goz yasinda aramak adina,
En buyuk DEVRIMLERI, INSANLIK ugruna yapmak adina,
Paylasimi, aldigimiz nefesi tum can-ruhlarda birakmak adina,
Sevgiyi, masumiyetin en guzeli sevgilinin gozunde bulmak adina,
Dostlugu, paylasilan simidin susamlarinda gormek adina,
Ozlemi, yuregin en derininde, en icten hissetmek adina,
Ayaza inat icimizde bahari yesertmek adina,
Zulme inat tebessumu birakmamak adina,
Karanliga inat isiga dalmak adina,
Yobazliga inat dusunceye kol acmak adina,
Umutsuzluga inat umutlarimizi her gun sulamak adina,
Huzne inat kahkahalarla sarmalanmak adina,
Riyakarliga inat aci oklarla gercegi haykirmak adina,
Kalleslige inat ruhumuzda namusu beslemek adina,
Ve...
Hayata inat MASMAVI DUSLERLE UYANMAK ADINA,

Guzel gunler gorecegiz cocuklar....




8 Aralık 2012 Cumartesi

Ruhsal Diaspora..

Sonbahar'in son gunesi goz kirpiyor yine bir cumartesi gunune.."Ben burdayim; ama aldanmayin. Kendime dahi hayrim yok" der misali... 

Hayat da aynisini yapmiyor mu kimilerine? Kiminin icini kizgin kizgin kavurup tum atesi hissettirirken kimine de varla yok arasi goz kirpiyor. Yanimizdan onlarca beden gecip gidiyor her gun. Her biri ayri gezegen, birbirinin yorungesinden hizla uzaklasan..

Dun unlu Yazar "Murathan Mungan" sehrimize tesrif etti. Kac gundur sabirsizlaniyordum gitmek icin. Cok guzel bir soylesi oldu diyebilirim. TV'de yaptigi konusmalarda oldukca tutuk bir insan olan Mungan, dun aksam bulbul misali konusturdu fikirlerini. Girizgahi cok guzeldi: " Siz dugmelerinizi iliklemis karsimda oturuyorsunuz; oysa ben yillardir butun ciplakligimla yaziyorum."

Ne kadar da dogru! Hangimiz icimizi dokebiliyoruz en yakinizmidakilere tum yalinligiyla? Her an hor gorulme, otekilestirilme, dislanma korkusuyla biraz daha artirmiyor muyuz etrafimizdaki tuglalari? "Ben, ben olarak varim, degerliyim, sayginim." diyemiyoruz maalesef. Adimizin ya da dusuncelerimizin onune ya da arkasina bir etiket, bir unvan, unlem ya da tire koymak zorundayiz maalesef. Benligimizin hicbir kiymeti yok! 

"Insanim" demek ne kadar da anlamsiz kaliyor bu noktada. Bir yanimizda acliktan olenler, obur yanimizda din ugruna 3 aylik bebegini Umre'ye goturup bununla boburlenen dini butun (!!) ademogullari... Bazen nufus mudurlugune gidip "Pardon bu kimligi yanlis vermissiniz sanirim. Ya ben insan degilim ya da insan kavraminda bir yanlislik var"diyesim geliyor. Turumden igreniyorum!

Insan olmakla insan dogmak arasinda oldukca buyuk bir fark var! Canlilarin bir kismi insan doguyor; ama yasarken insanliktan cikabiliyor. Bundan mutevellit, herkes "insanim" dememeli nacizhane... 

Ilaveten, herkes "anne-baba" olmamali. Insanlar testten gecirilmeli once: Dunya'ya getirecekleri varliga ne kadar sevgi, ilgi ve anlayis gosterebilecekleri uzerine... Dogurganlik da tipki Nobel'in dinamiti gibi cok tehlikeli bir ozellik bana kalirsa. Kimi insanlar evlat doguruyor, kabul ediyorm; ama kimileri sadece "eseysiz bolunuyor" fazlasi degil... Ha sokakta iki azgin mart kedisi ciftlesmis; ha iki mahluk uremis. Nezdimde hic bir farklari yok, o Dunya'ya gelen sabiye bir katkilari olmadigi surece.

Bugun insanlarin bu denli agresif, aksi, hircin, homofobik ,nasil bir olumsuz yukleme yapmak isterseniz yapin, olmasini cok da yadirgamiyorum. Bu Ulke'de yasam kotu, insanlik kotu, yasamak kotu... Hangi yana baksam adaletsizlik, esitsizlik ve buna bagli olarak gelisen INSANSIZLIK goruyorum. Sonra Freud'un sozleri cinliyor kafamda: "Insan dogustan kotudur." seklinde.

Bunca kotunun arasinda "iyi" kalmak mi: Ne kadar Rhodora'ysaniz o kadar basarirsiniz... 

Yine ezgilere siginiyorum;


27 Kasım 2012 Salı

Gamsız Hayat

Hüzün tamam, vakit yazmak vakti! Sanırım melekler toprağıma melankoliyi fazla katmış. Mayamı da erken olgunlaşsın diyerek bol çalmışlar... 

Kanımca yazabilmek adına biraz dolmam ya da fazlasıyla yitirmem gerekiyor bir şeyleri.. Son yazımdan bu yana bu iki duyguyu da hat safhada yaşadım. Canımın bu kadar yandığını, aşağılanmanın bu kadar dibine vurduğumu hatırlamıyorum. Mümkünse hatırlamak da istemiyorum. Sebebi mi: Ne sen sor blog, ne ben söyleyeyim. En güzeli sayfayı çevirmek...

Sille geçiyor da dille söylenen 5 parmak iz bırakıyor yürekte. Unutmak istiyorsun, yüreğinde ve zihninde yer vermiyorsun; ama son dakika yolcusu gibi her an kalbinin ağzında ayakta dikiliyor sözler... En yoranı da bu. Ademoğlu kelam ediyor da ardına bakmıyor. Var sen yor kendini diyor arsızca.. Can dediğin canını almaya kalkıyor da puta dönüyorsun. Hani söz edemeyeceğin zamanlar olur ya; tam da sözcüklerin en etkili olacağı noktada; ama lal olmalıdır dil, sükuta boyun eğmelidir kalleşçe.. Sinir harbi geçirirsin de aptal bir gülümseme ya da künt bir ifadeyle karşılık vermek zorunda kalırsın...O noktada kalmak, yapılana boyun eğmek ve lanet olası bir muhtaçlığa diz çökmek çok yaralıyor be blog...

Mamafih, zor günlerde yanında bir yoldaş olması en büyük destek insana. Koşulsuz, sen olduğun için yanında olan; sırtını yasladığında insafsız oklar değil de sıcacık bir sevgiyle kucaklayan bir canan avutuyor yüreği bir nebze...

Ruhum ne denli yorgun, darma duman ve yitikse sözcüklerim de aynı boşvermişlikle dökülüyor satırlara... 

Mavi düşler özlemiyle...

''Çok mu dertsiz duruyorum,
Uzaktan bakınca...
Çok mu kalender sandınız?
Dert anlatmayınca...''









7 Kasım 2012 Çarşamba

Ruhumdaki Kaldirim Taslari...

   Gunlerdir oylesine bogucu bir monotonluk var ki hayatimda.. Degisen, gelisen, guzellesen hatta cirkinlesen bir sey dahi yok.

   Hic yurumedigim kadar yuruyorum bu sira. Her yere yuruyerek gidiyorum. Yagmur yagiyor, ben yuruyorum. Simsek cakiyor, ben yuruyorum. Halk otobusu camur sicratiyor, ben yine yuruyorum. Oyle aheste aheste degil; her bir kaldirim tasini eze eze yuruyorum. Hayatin haksizliginin hincini alircasina yuruyorum. Kaldirim taslarinin cigligini duyuyorum yururken: " Az yavas be kardesim, nedir zorun?"dercesine...

   Sehrime benzeyen bir ruh haliyle arsinliyorum yollari. Son derece kasvetli, donuk ve hissiz. Ellerinde buyudum diyebilecegim bir komsumuzu kaybettik gecen gun. Haberi alinca cenaze evine gittim, oylesine hissiz bir ziyaretti.. Matem, huzun, aci gibi duygulari kapi disinda birakarak girdim eve. Dua okunuyordu girdigimde. Duaya istirak ettim, taziyemi verdim; ama bunlar bana rahatsizlik verecek duzeyde siradandi. En ufak bir yas yoktu icimde. Aglayanlara baktim bir sure. Esine, cocuklarina, gelin ve damadina...

  Sanki son yolculuguna degil de tatile yolluyormusum gibi hissettim canim halami.. (Hala derdim ona, oyle dememi istedigi icin...) Canimdi gercekten, yegenlerinden ayirt etmezdi beni hicbir zaman... Bense kuntlugu zirveye ulasmis bir yakindim sadece... Cennetin en guzel kosesinde uyu hala..

   Insan unutmaya baslayinca ne kadar cok sey akip gitmeye basliyormus hayatindan, bunu farkettim. Once kotu anilari, sonra kurunun yaninda yas misali guzel olanlari, sonra kotu insanlari, sonra biraz degerli olanlari... Derken onemli dostluklari da zorlamaya basliyormus unutmak... Direnmeye direncin kalmadiginda da derin dehlizlere yolluyormus sevdiklerini...

   Ne diyecegimi bilmiyorum, belki de sozu Sertap'a birakmak en guzeli...

"Her gün bir şey daha biter,
Giderek acı vermez biten şeyler.
Kayıtsız bir razı oluş başlar,
Sıradan izler bırakır en tutkulu aşklar..."


   

27 Ekim 2012 Cumartesi

Tarihin izleri...

Hayli olmus dertlesmeyeli blog, degil mi? Belki yeteri kadar dolmadigim belki de son zamanlarda depresif-melankolik ruh halimin yazima yansimasinin verdigi rahatsizlik aramizi acmis.

En son bir ozel egitim merkezinde calisacagimdan bahsetmistim, olmadi. Tantanali bir surec sonrasi "cingene-roman-romen-esmer vatandas ve hatta yerel tabirimizle 'cingan'" (nasil adlandiriyorsaniz) mahallesinde calismaya basladim. Son derece eglenceli ve keyifli gunler geciriyorum. Ruhuma terapi gibi geliyor. Bununla ilgili anekdotlarimi daha sonra paylasacagim. Asil anlatmak istedigim farkli bir konu.

Malum Kurban bayrami ziyaretlerimiz ve buyuk-kucuk onlarca es,dost,akraba ile hasbihal olup ananelerimizi ifa ediyoruz. Bugun daha once soylesilerde karsilastigim, tanismalari ve hayat hikayeleri dinlenmeye deger 70'ini coktan devirmis "ayakli tarih hanimefendi" ve zevci "bickin sosyalist beyefendi"yi ziyarete gittik arkadaslarimla. Evlerinin icine ilk girisim. Son derece hayvan dostu bir cift. Kediler, kopekler cirit atiyor evin icinde ve disinda. Ben de hayvanlara antipati duyan ve ev icinde gordugum anda kasinmaya baslayan bir Ademoglu olarak hep kapidan ugrar iceri girmezdim. Salagin onde gideni oldugumu bugun ogrendim. Bayramin hikmeti!

Kendilerini insanliga adamis bir cift tarih hanim ve bickin sosyalist bey. Surekli yardim toplayip mahallenin cocuklarini, genclerini yediren, iciren, giydiren ve egiten kultur abideleri... 

Bugun masa keyfi ikramlarla kelam ederken hayat mucadelelerini anlatti ayakli tarih hanim. O anlatti ben mest olarak dinledim. Hayatlari boyunca hep mucadele etmis insanlar. Konya'da birbirlerini gormeden tesaduf eseri baslayan "mektuplasma" sonrasi filizlenen asklari Kazakistan'in baskenti Alamata'ya dalip akabinde 27 yillik bir Istanbul dalisinin ardindan Karadeniz'de noktalaniyor. 

Bu surecte Mina Urgan'dan tutun Behice Boran'a kadar edebiyat dunyasindan insanlarla samimi dostluklar kuruluyor. 60'li yillarda Mahir Cayan'a ev sahipligi dahi yapiyor bu cift. Kisa anekdotlar verdi ayakli tarih hanim. Inanilmaz hossohbet insanlar. Bickin sosyalistimiz yasin verdigi rahatsizliklara boyun egmek zorunda kaldigindan kelimeleri telaffuz etmekte daha bir zorlandigindan sozu bir zamanlar kalbini fethedip akabinde rest cekip gittigi; ama giderken gonlunu de onda unuttugu icin "tipis tipis" dondugu zevcesine birakiyor.

Ayakli tarih hanimin hafizasina ve havzalasina, hayret ve minnetle saygi duydum. Hele Turkce'yi kullanma bicimi... Bir ara "siz kac yasindasiniz yavrum?" dedi. Yasimi zikredince cumlesine "zaman ne kadar da degisti ahhh be cocuk" diye devam etti...

"Yillar beni cok yordu be cocuk, emeklimi alip bu adami da birakip bir oda kiralamak istiyorum artik" dedi.. Hakli da.. Onca mucadele ve zevk-u sefaya duskun bir erkege tahammul edebilmek icin can hiras calismalarla dolu yillar... Kolay degil elbette. 

Evinin dosenme sekline bayildim. Mobilyalar 50'li yillarin yansimasi... Koltuklari ise daha bir guzel. Hic biri digerinin ayni olmayan farkli model ve renklerde koltuklar...Tam istedigim gibi: zitliklarin uyumu... Koltuklara bakarken bana su cumleyi kurdu " ben esyaya karsiyim cocuk". Ruhumdaki sosyalistin basini bir kez daha oksamisti Ayakli tarih hanim, yillarin ve halklarin kardesligini o ince ve narin ruhuna naksederken...

 Mutfaktan cay almaya giderken calisma odasina benzer bir odaya ilisti gozum. Aman Allah'im oda sadece kitapliktan ibaret.. Her daim hayal ettigim seyin vuku buldugunu gormekten ve o kitaplari incelemekten nasil bir keyif aldigimi anlatamam.

Ayakli tarih hanim konusurken " Ayakli tarih hanim, anilarinizi yazmayi hic dusundunuz mu?" diye sordum. "Elbette isterim; ancak hic oturup yazamadim. Bir de bu isler hep para be cocuk biliyorsun"dedi. Oyle dedigine bakmayin, 60'li yillarda sehrimin yerel gazetesinde kose yazarligi yapmis bir hanimefendi kendisi. "Ben yazmanizi istiyorum, hatta bunun icin Istanbul'daki arkadaslarimla irtibat kurar ve yayinevlerinin kapilarini dahi asindiririm, siz yeterki yazmaya istekli olun" dedim.  Konusurken arkdasim "bir kayit cihazi almak en iyisi" dedi. Kendisi bir ara yine yerel gazetede kose yazarligi yaptigindan kalemini son derece begenirim "Mukemmel olur, duzenlemeleri de sen yaparsin. Kosturmacasi da bana ait olur" dedim. Pesini birakmayi dusunmuyorum. Akabinde Istanbul'daki gerek gunluk hayattan gerek siz blogtan arkadaslarimin basini sisirebilirim bana yardimci olmaniz icin yayinevi konusunda.

Ayakli tarih hanim anlatirken kendimi Mina Urgan'in "bir dinozorun anilari ve bir dinozorun gezileri" kitaplarini okuyor gibi hissettim. Konu Kazakistan'daki Ruslar, rejim ve insanlara gelince gunumuzde Turkiye'nin bir cok yerine dagilmis o kulturlu kadinlarin "Natasa" olmalarindan dem vurdum. Ayakli tarih hanim o halde sana "Haraso'dan Natasa'ya kitabini verelim, onu bir oku"dedi ve aninda bickin sosyalist beyimiz kitabi cikartip uzatti bana. 

Berat Guncikan'in yazdigi bu kitap 1900'lerin basindan gunumuze Ruslari anlatiyor. Okumak isteyen olursa aklinda bulunsun.

Bu guzel insanlarla tarihin tozuna bulanmanin mutlulugunu bir kez daha yasadim. Dilerim cevremizde ve cevrenizde her daim bu toza bulanabileceginiz insanlarla hasbihal olursunuz. Tum insanlik adina gecmekte olan bayraminizi kutluyorum.

Her daim tebessum ve ezgi ile...


7 Ekim 2012 Pazar

Ne ise ahvalim...

Ne gözümü alabiliyorum hayattan ne de göze alabiliyorum.. Günlerdir aklımda ve hayalimde olan bir olayı gerçekleştirmeye başlayacağım sanırım bu hafta.

Nedir diyeceksiniz elbette? Muhtaç insanlara yardım etmek. Onların gözündeki mutluluğu ve kendi adına bir şeyler yapabilmiş olmanın hazzını yaşamasına elçilik yapmak. Zihinsel engellilerin ürün oluşturduğu bir okulda göreve başlayacağım. Ne yapacağım, onlara nasıl yardımda bulunacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Yarın görüşmeye gidince öğreneceğim her şeyi.

Kendimi manastıra kapanmış rahibeler gibi hissediyorum. Yitirilmiş yaşanmamışlıkların üstüne sünger çekip sükunet içinde bir yaşam... Çalkantılı ruh halim en büyük sebebi belki de hissiyatımın. Küntlük bu olsa gerek: Karşındaki insanın suratına boş boş bakıp kelimelerin anlam bulması için zihnine dayanılmaz  işkenceler yapmak.

Hayattan bir beklentim yok. Aldığım nefesi vermenin peşindeyim sadece. Savurduğu rüzgarın şiddetini de önemsemiyorum. Canım acıyamıyor bile. Bir şeyler olup bitiyor, ben sadece kafamı çevirip bakıyorum. Hayata seyirci kalmak yerine seyircilerin arasında dolaşıp mutluluk fısıldamalarına yardımcı olmak daha iyi gelir umarım.

''Gönül tahtım harap olduktan sonra
Boş kuru hasıra sarsınlar beni...'' 


2 Ekim 2012 Salı

Ugurla Beni...



Gidersen,
Başlar içimdeki ülkede ayaklanmalar
Yüreğim
Özledikçe büyüyen aşkına örgütlenir
Her şehrimde seni yaşar kurtarılmış bölgem

Sokaklarıma taşır her gün adaletsiz bir düzene karşı yapılan eylemler
Meydanlarım, anıtlarım zamana haykırır
Kederim grev çadırları kurar
Sana akmak isteyen sesim ölüm orucunda
Şekerli suya konuşur sustuklarını yalnızca

Gidersen
Sana hediye ettiğim türküler izinsiz yürüyüşe geçer
Şiirim her dizesine pankart açar
Sazım tellerini boykot eder


Savunmam yapılır konuşmalarda
Dağıtılan bildirilerde
Gizli adreslerde
Bodrum katlarında yapılan toplantılarda
Eleştiri üzerine eleştiri alır
Özeleştirimi bir tek sana yaparım

Gidersen
Yaz, kış her mevsim sonbahar olur
Hani hangi yaprak düşse içinin titrediği
Hani dallar kırgın
Gökyüzü içli mi içli
Dokunsan ağlayacak
Aylardan Eylül ya hani...
Hüzün bulutları gözlerimde
Sonra yağmurlar yağar yetim yüreğime

Bir sabah
Mitinglerde buluşur içimdeki binler
Binler bir olur
Bir ben,
Ben sen

Ansızın
Gaz bombaları atılır içime
Genzim yanar, kirpiklerimi yakar
Avuçlarımdan nefes diye içime çekerim seni

Çatışmalar başlar alanlarda
Sol yanım çaresizce vuruşur sağımla
Mantığım ruhumla
Taşlar sopalar fırlar her yana...

Saçından sürüklenir sevdam
Dizleri kanar
Kaşı patlar
Sert yumruklar oturur yüzüne,
Acımasız coplar kırılır belinde...

Göğsüme
Tam da senin olduğun yere
Tazyikli suyu yerim olanca hızıyla
Yığılır kalırım öylesine bir duvar kenarına
Dilimde çiğliğini beklemekte olan sloganımla...

Anlayacağın sevgili
Gidersen içimdeki ülke olağanüstü hal durumda

O gün
Bir ilkbahar sabahı gibi önce ortalık sanki
Sonra kuş seslerinin, yaprak salınışlarının, güneş parıltısının
Üzerinde ağır ve yorgun panzerler...
Tanklar arka sokaklarımdan geçer
Başlar akşamüstü caddelerde jandarmaların gece devriyesi...

Bir cinayet olurum "faili meçhul" denilen
Örtmeye çalışır koca bir kaldırım taşına tutuşturulan eski bir gazete sayfası
Tenimdeki yalnızlığın kurşun izlerini
Parçalanmış, delik deşik hayallerimi

Kaskatı kesilirim gecenin ayazında
Ay ışığında
Gazete altında sıcacık kanım çekilir buz gibi asfalta

Teşhis ettiklerinde cesedimi
"Dudakları ve elleri morardı önce" diye geçer otopsi raporunda

Şafağın ilk ışığıyla
İlk olarak ulusal televizyonlardan bildirir
Üç cuntacı donuk bir ifadeyle haberi
Ya da radyodan çıkan o ürkütücü sesleri...

Gidersen
İçimdeki bu karanlık ülkeden
Sana, sesine doğru uçarım usulca rengarenk kelebekler gibi...
Sokağa çıkma yasağını delerim uğruna sevgili
Taşırım narin kanatlarıma taktiğim özlemimi
Özledikçe büyüyen sevgimi
Nerde olursan ol
Ben yine de bulurum seni...


Bir günlük ömrüm sana yetişmez
Issız caddelerde
İki kırık kelebek kanadı olursa eğer
Bil ki benim
Kelebekler uzun yaşayamaz ki...

Unutma
Gidersen bir "Eylül" sabahıymış gibi darbe iner yüreğime
Ve yarım kalır devrimim sevgili...

-Cemal Ruşan





"Terkedilmis o sarkilarla ugurla beni... Suphesiz o sarkilar, kor kizila ceviriyor dudaginin rengini..."




23 Eylül 2012 Pazar

Ruhumdan yansimalar...

Gunlerdir darmaduman yasiyorum. Sanki bedenim bir cola sisesi ve ruhumu delicesine salliyor da agzimi actigim anda ruhum kopurerek fiskiracakmis gibi hissediyorum.

Hissediyorum dedigime bakmayin, keza hissizlesiyorum. Dalginlikta ve aliklikta sinir tanimaz halde geldim. Yanima gelip bana dokunup "Huzur, naber?" diyormus insanlar, ben gormeden gidiyorum. Iki dakika sonra telefonum caliyor "Hayirdir, bir yanlisimiz mi oldu?" minvalinde konusmalar yapiyorum insanlarla.

Hissetmedigim icin de yazmiyorum acikcasi ve belki de en azindan belli bir sure hislerime tercuman olan yazilari paylasmakla yetinecegim sayfamda. Bana ait kurulan cumlelere degil de ruhuma atfettigim yazilara elcilik yapacagim...

Hep soyluyorum Aziz Nesin az bile demis. %99'u salak bir Ulke burasi. 3-5 insan alip yuruyor. Belki de sadece yasadigimiz cografya degil Dunya'nin %99'u salaktir. Hatta haindir, zalimdir, acimasiz ve kallestir. Soyler misiniz hangi canli mal-mulk icin evladini dograr, insandan baska? Ya da hangi yaratilmis ego tatmini icin karsisindakinin gozunun yasina bakmadan akil almaz iskencelerde bulunur? 

Bugun "insaniz ve degerliyiz" demek yerine, her yerde katliam, her yerde aci ve gozyasi birakiyoruz. Ece Temelkuran'in cok sevdigim bir sozu vardir: "Artik soykirimlar arasina reklamlar sokuluyor" seklinde. 

Yillardir TV izlemem. Adam akilli bir tane tartisma programi, faydali ve keyifli bir sey yok cunku. Ya keklik gibi avlanan insanlar, ya cinayetler, ya tecavuzler... 

Bizim bosa gecirecek vaktimiz yok. Yavas yavas suruklendigimiz ucurumu goremeyecek kadar apolitik hale getirildik cunku. Ozal cocuklariyiz biz. 88-89 yillarinda baslayip gunumuze kadar ozenle soyutlanan bir kusagiz. Okumayan, arastirmayan, en onemlisi SORGULAMAYAN bir kusagiz. Insanlar 70'li yillarda sindirildi, susturuldu ve geleceklerine ogutleyebilecekleri "Aman cocugum, uzak durun!" oldu.

Uzak kaldik, bakin ne haldeyiz suan: Izmir'in ortasina Amerika fuze yapim merkezi kuruyor, yurdum insani "minare" saniyor. Trabzon'da nukleer santral kurmak icin ugrasiliyor, halkim direniyor ve dayak yiyor 70 yasinda teyzem "ben doganin zarar gormesini istemiyorum" dedigi icin. Telekom ozellestiriliyor, her gun dinleniyoruz; ama gikimiz cikmiyor. Yaz boyunca akar-yakita 3 kere zamn yapildi. Yaz basinda 4.30'larda benzin aliyordum, dun benzin alirken bir baktim 4.74 olmus. "E daha dun 4.58'di." dedim pompaciya "Abi, dun gece geldi zam" dedi. Yine bir tepki vermiyoruz.

Son zamanlarda bir sey cikti: kanser riskinizi arastiriyorlar Amerika'da. Yani hastaliklara yakalanma ihtimalinizi arastiriyorlar "tukuruk" orneginizi alip. Tabii sonrasinda genetiginize bakiliyor. Bana nedense hic masumane gelmedi. Hatirlar misiniz Amerikan bilimadamlari yillar once denizlerimizde gecmisimize yonelik arastirmalar yapmisti, acaba ne tur kalintilar var seklinde ve bir sekilde insanimizin gen haritasini incelemislerdi. Bunlar hep kasitli yapilan seyler. Bizi bir sekilde bitirecekler; ama oyle topla tufekle degil. Curute curute, icimize "insansizligi" naksede naksede...

Ne yana baksam icim aciyor. Belki de sagligimin iyi olmamasindan kaynakli yersiz bir duygusallik ve alinganliktir benimki; ama bilmiyorum, sadece guzel seyler gormuyor ve hissetmiyorum. 

Ezgilerle kalabilmek dilegiyle;








17 Eylül 2012 Pazartesi

Düşlerinde Ne Var Çocuk ?

"Yürü be çocuk, yürü...
Yavaşladın yine !
Yetmedi mi tükendiğin, bu kaçıncı ömür
bu kaçıncı sene ?
Feda ettiğin her bir saç teli yas tutar ardından

günah değil mi be çocuk !
Çocuk dedim ya harbiden öylesin,
bi büyümedin, bi büyütemedim seni
Ne durdan - sustan anlarsın ne de sözden...
Geç artık bu hayal ötesi sevgilerden,
bırak gitsin deme ama,
bırak gitsin giden, yoktun,
hiç olmadın ki kalbinde zaten...
Toparlan artık daha yapılacak çok işimiz var
bitmeden nefes, bitmeden beden...
Arkanda gamzelerinden birini bırak, hediye et
diğeri sana yeter
Çek git artık,
hatta yürüyerek göç edemiyosan buralardan
ya da istediğin uzaklara yaklaşamıyosan,
koş! koş artık çocuk...
Bu sefer bari geç kalma hayata;
Belki seni bekleyen birşeyler vardır, orda !
Uzaklarda..." (Alintidir)












10 Eylül 2012 Pazartesi

Manik Seyyah

Yaklasik 4 gundur geziyorum ve ortalama 3000 km'lik bir turu tamamladim. Meshur tarihi evleriyle Safranbolu'dan baslayan yolculugum, Ege'nin nadide guzelliklerine sahip Kusadasi ve Soke'ye kadar uzandi.

Yil 1993, Huzur mahluk Karadeniz'den cikmis ve maaile Ege Kiyisi'ni gezmisti. Ta Oludeniz'e kadar. Ne hatirliyorum? Hicbir sey..

Yil 2012, Kusadasi'ni yeniden gorme sansim oldu. Ege'yi cok bilmem, hatta hic bilmem. Univesitedeyken Izmir'e gitmistim 3-4 gunlugune; ama insanlari "ukala" bir tavir icerisindeydi. Ne yana baksam vakur ve asagilayici bakislari hissediyordum. "Burasi sana uygun degil Huzur, hic bakma!" deyip sayfayi kapatmistim. Mamafih, Kusadasi'na bayildim. Kucuk, sirin, civil civil bir yer. Sanirim orada yasayabilirim. Vazgecilmezim deniz ve yesil+ candan insanlar var etrafta, daha ne isteyebilirim ki?

Bir sehre ilk kez gittigimde esnaflarini ve insanlarini fazlasiyla gozlemlerim. Guleryuz gormussem ya da adres sordugumda insanlar durup anlatma zahmetine katlanmissa sozlusune ve insanligina "+" veririm :)Aynen oyle oldu. Her zamanki gibi kayboldum, yon duygum sifir oldugu icin ve 35 yaslarinda bir beyefendi sagolsun yardimci oldu. Tamam dedim, benlik burasi. 

Bol bol gezdim, bir ogretmen arkadasta kaldik aslen orali olan. Annesi harikalar yaratmis. Hele borulce...Nasil ozlemisim.. Deniz borulcesi yoktu gerci; ama olsun bu da cok guzeldi. Kahvaltida yedigim meshur Ege zeytini... Bayilirim. Hele kekik ve pul biberle harmanlanmis o yaga ekmek banmak, muthis bir lezzet...

Agiz konusan insanlara tebessumle bakarim, nazarimda daha ictendirler ve oldugu gibi hitap ederler karsilarindakine. Gonullerinde kotuluk olmadigi, sozcuklerine yansir, o tatli sert mayhos kivamda... Sofrada insanlari beklerken arkadasimin annesi "Ne bakip durun oglum, yesene" deyince ayni tebessumle davrandim catal-bicaga...

Gezmeyi, yeni yerler ve insanlar gormeyi cok seven biri olarak Kusadasi ve Soke'yi hayli begendim. Her ne kadar atmosferin sicakligindan hazetmesem de insanlarin sicakligina hayranim. Bu beni en cok etkileyen seydi belki de gordugum yerlerde.

Donus yolunda ise bol bol dusundum her zamanki gibi. Insan Fizan'a da gitse dusuncelerini evinde birakamiyor maalesef. Gelecek ne olacak, ne olacak, ne olacak...Yaklasik 820km boyunca bu sorunun cevabini dusundum. Kocaman bir sessizlik vardi bombos yuregimin icinde. Sunu farkettim: artik icim yanmiyor, sadece hissizlesmis durumda. Bagirmak yorucu geliyor, bu duzene isyan etmek sanki gunluk rituelini tamamlamaya calisan inancsiz bir Papaz'in aksam duasi misali...

Yogunluk ruhumu gecip bedenimi de sarmaya basladi. Nefesimin kesildigini daha sik hissediyorum ya da organlarima surekli birileri faca atip arkasindan da tuz basiyormus gibi anlik ve keskin acilar duyuyorum. Evet, bu iyi olmamanin belirtileri; peki o halde iyilik nerede? 

Bunalimi en yogun hissettigim anda da dilimde Gulay'in o billur sesinden bu turku;

"Cok yasayan 100'e kadar yasiyor,

Gel de bu ruyayi, yor deli gonul..." 




Neyse cok derinlesmeye gerek yok, biraz da bodoslama devam edelim. Sonuc olarak: Ege, seni sevmeye basladim!

6 Eylül 2012 Perşembe

Hüznün Gölgesinde...

Yorgunum... Günlerdir hissettiğim tek şey yorgunluk... Elim kalkmıyor ki bir şeyler karalayayım. İçim almıyor hayat seni. Birbirimize katlanamadığımıza göre neden noktalamıyoruz ki bu birlikteliği. '' SİKTİR GİT!'' diyorum sana; ama o kadar yüzsüzsün ki  yapışıp kaldın bana...

Sanırım hayatımda hiç ağlamadığım kadar ağlaıyorum son bir haftadır. Bir noktaya dalıp gittiğimde yanaklarımda o ince sızıyı hissediyorum. Müzik dinlerken, yolda yürürken hatta araba kullanırken. Ağlamak acizliktir benim için, hele ki yanımda birileri varken. O zaman gavurluğum hepten tutar sıkarım kendimi iyice, ama o kadar laşkalaşmış ki sinirlerim sürekli sulu sulu izliyorum yaşamı...

Sindirilmiş bir umutsuzluk ve inançsızlık var bedenimin her zerresinde. İnsanlar acıyarak bakıyor suratıma ''vah vah, yazık ne olmuş bu çocuğa..'' Gidip elimin tersiyle yapıştırasım geliyor o insanlara, hıncımı alabilecekmişim gibi. Şunu farkettim: İnsanın içi ne kadar yanıyorsa, dışarıya da o kadar harlıyor. Ateşini söndürebilecekmiş gibi...

Bir tane oğlum var benim, sahilde mendil satıyor. O kadar efendi ki yanında yürüyüp yapışkanlık yapan çocuklar gibi değil. O yüzden seviyorum onu. Gelir ''bugün mendil alacak mısın abi?'' der, ''bozuğum yok oğlum'' dediğimde ''canın sağolsun abim'' der ve gider. Ya da para üstü vermeye çalışır insanlara. Sanki hayat bir şeyleri fazla fazla vermiş de ona üstü kalsın der gibi.. 

Yüzüne biri tokat atmış geçen gün 5 parmak iz vardı. Yanıma gelince sordum ''top oynarken yanlışlıkla bir amcaya gitti de top, o da vurdu'' dedi. ''Yapılır mı bu benim oğluma'' dedim içimden. Sohbet ettik biraz ''doğru söyle yavrum sen mi satıyorsun yoksa baban mı satmanızı istiyor?'' diye sordum ''Yok abi harçlık yapıyorum okul için'' dedi. ''Çocuklar kantine inip çikolata yerken benim de canım çekiyor, babam 2tl veriyor bana günlük, yetmiyor'' diye anlattı. Hem dinledim hem ağladım o söylerken. 

Hiç çikolata şeker gibi isteklerimin olmadığını ya da olduysa da hatırlamadığımı farkettim. Hiç harçlık almadım ben okul hayatım boyunca. Nefret ettiğim için o adamdan parasını da istemezdim. Evden ekmek arası götürürdüm sürekli, gocunmazdım da. Annemin hazırladığı ne varsa zehir olsa lezzetliydi benim için.

Konuştuktan sonra mendil satan oğlumla eve geldim. Gecenin kör saati balkonda elimde sigara, gözümde yaş yıldızlara bakıyordum ''Allahım dedim, 1 trilyon para çıksa bana bir yerlerden. 2 tane apartman satın alıp bulabildiğim tüm kimsesizleri içine doldursam, yemekler yapsam onlara, hediyeler olsam, gözlerindeki mutluluğu görsem...1 günlük de olsa hayatlarında hoş bir anı olsa...''

Ahtım var, yanlışlıkla bir iş sahibi olursam çocuk okutmak istiyorum. Elimden gelse de Nijerya, Çad, Myanmar gibi ülkelere gidip o insanlara yardım etsem. Ne yaptığımın hiç önemi yok, yeter ki yardım etmiş olayım. Ne para ne de çıkar bekliyorum. Sadece mutlu olduklarını görmek istiyorum. Öylesine yardıma açlar ki...

Yakın bir Doktor tanıdığımız gönüllü olarak Nijerya'ya gitmişti. Geldikten 2 hafta sonra tekrar gideceğini öğrendik ve sohbet ederken evde yığınla iç çamaşırı gördük. Beden beden belki 500 belki 1000 tane atlet kilot. ''Bunlar ne için?'' diye sorduğumuzda şunları söyledi: ''Nijerya'da çocukların kıyafeti yok. Ergenliğe girene kadar çıplak geziyorlar. Sonrasında şanslı olanlar çul çaput bağlıyorlar. O da yoksa anadan üryanlar hepsi. Ben de hasta olarak yanıma gelenlere dağıtacağım'' dedi. Kendisi 2.görevini de tamamladı ve Türkiye'ye döndü. Yeniden konuşurken ''Dağıttınız mı götürdüklerinizi?'' diye sorduğumda '' Evet, gelen her çocuğa vermeye çalıştım'' dedi. Hatta ''yarın kontrole gel'' dediklerinin üzerinde dağıttığı çamaşırları göremeyince ''Hani size verdiklerimi giymemişsiniz'' deyince ''Bizim hiç kıyafetimiz yok, onları bayrama saklıyoruz, o zaman giyeceğiz'' demişler. Şuan yazarken dahi gözyaşlarımı tutamıyorum. 

Ayakkabı olarak pet şişeleri ezip, arasına delik açıp, ip geçiriyorlarmış ve parmak arası terlik gibi onları giyiyorlarmış. Parmak arası terliği çok severim. Ne zaman kendime terlik alacak olsam aklıma Nijeryalılar geliyor...

Sonra Ülkemdeki insanlara bakınca iğreniyorum türümden. Orada insanlar aç biilaç gezerken nice DANGALAK da ''ayyyy i phone 5 çıkıyor, hemen almam lazım'' şeklinde geziyor sokaklarda. O kadar gerizekalıyız ki tarife sığan bir kelime bulamıyorum insanlığı tanımlamak için. Dünya'nın %90'ı omzundan yukarısını ''haybiye'' taşıyor. Başka açıklaması yok!!

Kendimi anlatmaya başlayıp yine insanlığa çevirdim rotamı. Belki de o yitirilmişliği ve karamsarlığı paylaştığım için döküldü parmaklarımdan o insanların dramı...

Beni bu ara anlatan en güzel şarkı bu sanırım;

''Büyü de baban sana, büyü de büyü

 acılar alacak, yokluklar alacak

büyü de baban sana...'' 



28 Ağustos 2012 Salı

Bir Ankara Trajikomedisi

Onceki yazilarimda da belirttigim gibi kadro almak adina yurdumun dort bir kosesine yolculuk yapip sinav sinav geziyorum. Pazartesi gunu de bu hummali yolculuklarin 42. etkinligini icra etmek icin dustum Ankara yoluna. Yine is basvurusu, yine bir sinav ve yine bir mulakat...

Sagolsun minigim saat 14.00'e dogru Kizilay'dan aldi Ankara'dan "bi haber" olan abidesini ve en sevdigi mekana goturdu. Sinav da 18.00'de. Biz de birkac saat "abi-kardes" dertleselim dedik. Guzel bir mekandi acikcasi begendim; ama hava tam bir facia: 36 dereceymis. Ankara kayniyordu gercekten.

Opustuk, koklastik, hal hatir sorduk birbirimize yuzeyselleri bir an once gecebilmek icin sonra boncuk gozlu minigim (Allah nazardan saklasin) basladi anlatmaya. Bir yandan dinliyorum, bir yandan da diyorum ki: "Yavrum benim suncacik yuregine ve kisacik yasamina ne kadar cok sey sigdirmak zorunda kalmis." Bunu burada yaziyorum, minigime soylemedim yanindayken; ama iliklerime kadar hissettim o yogunlugu. Gunumuz gencligi, hatta bir cok yetiskin insan, henuz "hakikatle" tanismadigi icin lay lay lom yasar; ama minigim o cocuksuluguna, gulen gozlerinin altina oyle guzel hapsediyor ki aciyi, derdi, kederi; "Allahim sen koru" dedim icimden.

Bircogumuz gibi "kalabaliklar icinde yalniz"i oynuyor minigim. Hele ki konu "sinir oldugu insan, kurum ya da kuruluslara" gelince gozlerini Japon cizgi film karakterleri gibi bir belertiyor, bir an beni de ofke oklarina maruz birakacak diye korktum:)

Ankara'da kalmanin nasil olacagini ve pisman olup olmayacagini konustuk. Mutsuzlugumuzun da tipki  sevinclerimiz kadar dogal oldugunu, "abartmamak" sartiyla gecirilmesi gereken bir surec oldugundan bahsettik. Hayata karsi dikdurmanin cetin bir yol oldugunu; ama basarma serefine de herkesin nail olamadiginin altini cizdik.

Bir ara kardeslerden konu acilinca aslinda benim minigimin icinde yatan "olgun ve fedakar" adami gordum. Kardesi icin cirpnislarini, hayatinin guzel olabilmesi ve mutlulugu yakalayabilmesi icin yaptigi fedakarliklari "abi yuregi, ne yaparsin?" diye kiyimsizligini anlatirken yanaklarini sikmamak icin tuttum kendimi. "Aferin minigime, nazardan esirgensin, yeri geldiginde olgunlugunu ortaya koyabilecek kadar da saglam" dedim caktirmadan. O anlatti ben dinledim, buyugu olarak elimden geldigince yol gostermeye calistim.

Sonrasinda meshur fallarindan birini bakti bana. Keske "falin fallanmis" deseydi dedim sonunda:) Yahu bir fal bakiyor bildigin "FELAKET TELLALI":) Huzur sinava girecek iki iyi bir sey soyleyeyim der insan, degil mi? Yok anam, agzindan hayirli bir kelime cikmadi:) Cenazeden, goze;hasetlikten fitnelige ne varsa saydi yavrum benim:) Sanirim soyledigi tek guzel sey: "Yolunda bir at var kosuyor sen de ona sikica sariliyorsun; ama bu atin ne gozu ne kulagi var, siluet seklinde" dedi:)Tam diyecektim: "Huzur ata binmis, ya nasip!" demis.  Bolmeyeyim dedim; ama Huzur'dan eser kalmadi bende:) 

Latife yapiyoru elbette. Yavrum o sicakta gik demeden 1 saate yakin anlatti ne var ne yoksa. Allah razi olsun minigim senden. Cok keyifli bir sohbetti. Gulucukler, tebessumler, ara ara huzun de ugradi yanimiza; ama saatin nasil gectigini anlayamadan sinav yerine yola koyulmak icin ciktik cafeden.

En cok da "yalniz kovboy" olmaktan dertli. Panda efendi duyrulur, cocugum sana emanet, kalbini kirmayacak bir insan bulup copcatanlik yapiver kucugume:)

Yavrumda nasil bir vefa duygusu var, "tamam minigim sen git artik, yuk oldum sana da" dedikce "Olur mu oyle sey?" diye diye beni amfiye kadar goturdu yavrum. Misafirperverlik ornegi minigim benim.

Ilgine, bilgine, olgunluguna ve doluluguna hayran kaldim. Masaallah( totoyu kasi, kov nazari boncugum:) Dilerim bu oturmus yapin en cetrefilli zamanlarda dahi yikilmadan ayakta kalmana yardim eder. 

Sinavima girdim; elimden geldigince, kalemim cizdigince yazdim. Akabinde hocalarla tanisma faslini yapip hasbihal olduktan sonra sinav esnasinda tanistigim bir arkadasla Ankara sokaklarini arsinlaya arsinlaya otobus saatine ulastim. Ayaklarim tutmaz, gozlerim gormez oldu desem yeridir. 

Bindim otobuse, yanima tabir-i caizse "5'lik Trabzon Ekmegi" gibi bir amcam oturdu. Resmen "yemis yemis sicmamis". Hatta amcam oturdu, yaglarinin cokmesi de bir iki dakikayi aldi. Mubarek yayildikca yayiliyor, ben de cama yapistikca yapisiyorum. Bi ara "amele sumugu ile aramdaki 5 farki" dahi dusundum. Keske bu kadariyla kalsaydi.. Amcam hareket ettikten 10 dakika sonra "Arya" yapmaya basladi. "titrerim mucrim gibi yol alirken memleketime" modundaydi resmen. O nasil bir horlama Ya Rabbi. Ars-i alaya cikiyor ses resmen. Saat sabahin 03.00'u, tam sessizligin etkisiyle belki uyurum diye gozlerimi kapatiyorum "Haaaaaaaaaaarrrr" diye bir kukruyor bir ara ayakkabimi cikartip agzina sokacaktim. Bu da yetmiyor oyle bir kendinden geciyor ki  lobut gibi ustume devriliyor. Ha Ikiz Kuleler yikiliyor, ha amcam! Itiyorum ama, "karincanin fil'e karsi savasi'' misali kimildatamiyorum herifi. Bir ara dirsek attim artik "yeter Allah kahretmesin seni" der gibi! 

Tam sukunet saglandi derken arkamdaki koltuktan "inngaaaaaaaaaaaaa anneeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeee" diye aglama; ama sanki dersin "kizgin sise oturtuyorlar" veleti. Annesi "sus oglum, bak az kaldi, geldik, ayip insanlar uyuyor" dese de kuzucuk inatla desibel yukseltiyor. "Allahim neden her yolculugum Agata Christie romanlarina donmek zorunda?" diye sorgulamaya basladim yine. 

Tabi sinirlerim bozuldugu icin zaten yolculukta uyuyamayan ben, gozlerimi dinlendiremedim bile ve yine ah ettim araba sahibi olamamaktan. Bu iskence saat 05.20'de sona erdi. Sehrime geldim, hamdolsun. 

Bu arada bir firtina, yagmur ki sormayin. Bir indim otobusten kurban oldugum Karadeniz hincini alamayan cocugun ofkesiyle bosaltmis butun gozyaslarini, yetmemis kendini parcalamis. Agaclar devrilmis, direkler yikilmis, cop bidonlari yola atmis kendini. 

Otogardan eve nasil geldigimi hayal meyal hatirliyorum. En son aklimda kalan kapidan girer girmez holde ustumu cikartip direk kendimi yataga attigim. Uyandigimda hala daha yorgun ve odemliydim. Tabi her zamanki gibi yine Ankara'nin etkisi uzerimde. Bogazim agriyor ve gunun cogunu klozette gecirdim. Daha Ankara'ya gidip de hastalanmadan dondugumu tarih yazmamistir. Sevmedigimi biliyor ya kendini, intikam aliyor benden aklinca!

Su hatirlari yazarken dahi kac kere ziyarete gittigimi bilmiyorum klozeti. Olmadi yastigimi alip orada uyuyacagim sanirim. Kahve-limon'a sarildim sifa niyetiyle...

Yazmak istiyordum; ama usenmistim acikcasi. Sonra minigimin "gorusmemizi senin yazmani istiyorum" demesine abi yuregim dayanamadi, bir de sicagi sicagina yazmazsam unuturum gerekcesiyle gozlerimi kirpa kirpa anlatayim dedim.

Son olarak, Minigim, Ankara saatlerinde yanimda oldugun, tam bir misafirperver olarak elinden gelenin en iyisini yaptigin icin bir kez daha tesekkur ederim. Senin kaleminle sinava girdim, umarim hakkimda hayirlisi olur ve hayirlisiyla kazanirim.

Dogacak gunun, hepimiz adina, saf bir cocugun yuzundeki tebessum kadar mutluluk dolu olarak aydinlanmasi dilegiyle...

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Dil- Oy!

Bazi donemler vardir, her seyi akisina biraktiginiz. Genelde vazgecmenin esigine geldiginiz anlarda hissedersiniz bu duyguyu. Amiyane tabiriyle: " Salla a.q" dediginiz anlar...

Tam da oyle bir noktadayim suan. Yillarin verdigi bir yorgunlukla sanirim icimdeki  mola yerine sigindim. Sadece yapmis olmak icin yapiyorum bir seyleri. Isin, belki de, kotu yani: yasam da bunlarin arasinda. Nefes almam gerek, yemek yemem, su icmem, gulmem, aglamam vs. Uzar gider. Kalbim sadece kan pompaliyor. Hissettigi bir sey yok. Biraz daha kosele ve hayli ketum.. 

Sanirim biraz daha "insansizlasiyorum". Boylece biraz daha "insafsiz" belki de... Bir seylerin eksikligini hissediyorum; ama acisini duymuyorum yuregimde. Yoklugun yarattigi bir bosluk var kabul; lakin boslukta bir sizi yok. Duygularim, duyumsadiklarim suan bos; ama aci yok. Havanin sicakligindan mi bilmem; ama biraz daha "kunt"lestigimin farkindayim. 

Artik 5sn hareketsiz kalinca dalip gidebiliyorum. Hatta araba kullanirken bile yola dalip gittigimi ve bu sekilde yol aldigimi hissedip ufaktan korktugum da oluyor. Surekli "Pardon? Anlamadim? Bir sey mi dedin?" seklinde sorularla tutunmaya calisiyorum konusmalara.

"Ohoooo Huzur, iyice uctun oglum, yavas lan!" dedikleri oluyor. Sunu anladim ki kimse kolayina delirmiyormus. Hani denir ya "delilikle dahilik arasinda ince bir cizgi var" diye, sonuna kadar mutabigim bu cumleyle. Oyle anlar var ki bir adim daha atsam biri beyaz gomlegi gecirecek uzerime... 

Bilincsizce tuketen bir toplumda, "bilincisizce sorgulayan" bir birey olmanin kavgasini veriyorum "kimsesiz yuregimin"icinde... 

Kisaca, "var olmanin" icindeki bosluga tutunup "yok olmanin" yollarini aramak gibi...

"Kavim kardas, bir aglarim yok benim, diloy diloy..."



23 Ağustos 2012 Perşembe

...Suruye saydilar bizi.

Hep diyorum: "Biktim artik neden?" demekten. Aldigim nefes dahi soru isaretlerine takilir oldu yine bu gunlerde. 

Yine yasadigim cografyanin dort bir yanini gozyasi kutsuyor... Ben usandim anlatmaktan; ama insanlar anlamamak icin direnmekten bikmadi. Her yeni gune sehit haberleriyle uyaniyoruz. Memurun durumu icler acisi... Hukumetim sagolsun Amerika'ya kesif(!!) yardimi yapiyor. Cok degil canim 1 trilyoncuk!!! Suriye'den gelen partizan kokenli insanlar icin de 200 milyon dolarcik harcamisiz, abartmayin yani. Altini cize cize soyluyorum, HELALI HOS OLSUN. Yeter ki "INSANLIK" adina, muhtaclara yardim adina yapilsin; sozum yok. Mamafih, sen Amerika'ya yardim ederken sevgili Hukumetim, kan aglayan Ogretmenin ve Doktoruna gelince "Neden odenegin olmuyor?". Ortadogu'ya akitiyorsun oluk oluk da neden Ulkendeki acizleri gormuyorsun?

Bu ara Myanmar'da onlarca Musluman katlediliyor, yardim yolluyorsun. Allah razi olsun. Ayet var "Muhtac olana yardim etmeyen bizden degildir." "Elhamdulillah" diyorum, uydun ayet-i kerimeye. Peki Ulkendeki yokluk ceken insanina ne kadar comertsin? 32 egitmeni kaybettin sen simdiye kadar Hukumet, biliyorsun degil mi? Kayip deyince, Dunya'daki terorist sayisi 35.000 civarinda ve bunun 17 ya da 18.000'i senin Ulken'de. Acaba dusunmez misin neden senden bu kadar nefret ediyorlar? Bak o kadar "Allah Allah" diyorsun; ama en buyuk "Allahsizligi" sen yapmiyor musun "KUL HAKKI" yiyerek!!!

Bahsetmistim daha once de; dagda  olenler "INSAN". Dili, dini, irki ne olursa olsun insanlar. 10 yasinda bir cocugun yuregine hergun nefret tohumlari serpersen ileride Evliya olmasini bekleyemezsin. Bugun o cografyada ben de, sen de, o da yasasak ayni seyi yapmayacagimizin garantisini kim verebilir? Bunu soyledigimde PKK gibi bir teror grubunun yanlisiymisim gibi bakiyorlar bana. ASLA! Icinde insanlik barindirmayan hicbir grup, orgut, dernek ayni fikri paylasma sansina sahip degildir benimle! Sadece bu isin "SILAHLA COZULEMEYECEGI" ortada. Sen Ulkendeki butun askerleri oraya yigsan da bu olaydan nemalanan gucleri ve beyinleri ortadan kaldirmadikca, "Kardesim, gel otur masaya ne istiyorsun?" demedikce bu isi cozemeyeceksin. Bunu anlamak bu kadar zor degil de kabul edip sindirmek uymuyor sana degil mi Hukumetim?

Susamiyorum artik! Yapilan haksizliklari gordukce, gozu yasli insanlara baktikca avazim ciktigi kadar bagirmak istiyorum. Insanlar  fikir beyan etmekten korkar oldu. Oyle guzel sindirdiniz ki Milleti, rahat rahat at kosturuyorsunuz simdi haliyle. Adamlar size acik acik diyor ki "Bakin, istedigimiz yerde istedigimizi yapariz." Neden bunu gormemek icin direniyorsunuz? 

Yahu Antep Emniyet Mudurlugu onunde adamlar otobus patlatti be, yuh! Emniyet Mudurlugu, hani aile apartmani degil. Bu kadar mi guvenlik onleminiz var sizin?  Resmen dalga geciyorlar sizinle, anlamiyor musunuz? Suriye sinirinda bir il burasi. Multecileri almissin kapidan iceri; onlem seviyen hat safhada olmasi gerekirken yasadigin olay canimizi ne seviyede korudugunu gosteriyor ayan beyan!

Gecmisine saygi duy Hukumet! Bu topraklari kurmak icin can hiras cabalayan insanlarin din, dil, irk ayirmadan topyekun verdigi emeklerini dusun, vicdan muhasebeni yap, oyle koy yastiga basini. Iyi uykular!..

Bu gece icin;




20 Ağustos 2012 Pazartesi

Bugulu cam arkasi...

Bu ara dilimde bu turku;


Diyor ya "Yar ustune yar, sevenin vay haline vay..." Gecmis gunahlarin kefareti buyuk oluyor sanirim ya da Yaratici, "tovbe esigini" yuksek tutuyor bazi kullarinin. Ne denli cok yakarirsak o denli hafifletiyor belki de ruhumuzu... Yogunluk.. Doldurulmaz bir yalnizlik hissi... Sorgulama, sorgulama, sorgulama... 

Olu canlar korosu misali: sessiz turkuler... Delilikle dahiligin arasina cekilmis ince cizgide promil sinirlarini zorlayan bir sarhosun git gelleri ya da... Dusuncelerin girdabi bu belki de... Mutluluga ya da umuda kapi aralarken, rizik pesine dusmus bir lagim faresinin kotulugu sizdirmasi yuregin icine aniden..

Beylik cumlelerin altina gizlenmis siradanlik.. Icinin yanginini, yurudugu dagin zirvesine haykirmak isteyen yalniz bir coban... Insanlik diye haykiran bir Sosyalist'in, insansiz bir topluma dava acmasi...

Fazla yogunluk iyi gelmiyor kabul ediyorum. 

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Dualarinizi Bekliyorum...

Blogumu okuma zahmetine katlanan butun arkadaslarima sesleniyorum:"Yarin Kadir Gecesi. Su Huzur arkadasinizin artik hayirlisiyla atanip kendi yuvasina kavusmasi icin okumayi bitirdiginizden itibaren dua ederseniz minnettar olurum."

Kpss sonuclari, siralamalar, aile ici gerginlikler derken hayli calkantili bir surecten geciyorum. Sonucum ne iyi ne kotu. Orta halliyim suan. Ipin ucunda bransimdan alinacak kisi sayisini dua ede ede bekliyorum. 

Sonuclarin aciklandigi gun aile erkani sagolsun ne gerizekaliligim kaldi, ne tembellik edip calismamam kaldi, ne benden bir bok olmayacagi kaldi. Yahu siz tabiri caizse "osura osura uyurken", ben sabah ezani "Allahuekber" dediginde kalkiyordum masadan.Allah'dan korkun! Her neyse, bu sene atanayim ve kor tipayi agziniza vurup gideyim de hayirlisiyla, baska bir istegim yok...

Sinav sonuclari aciklandi ve ablam 2 gun yuzume bakmadi. Insanligimdan igrenir oldum. Sahur yapmak icin kaldirdim, tek kelime ne konustuk ne de yedik. Sigara ve suyla oruc tuttum. Iftar oldu, yalniz basima evdeyim, orucumu actim (Allah kabul etsin), tek lokma attim agzima ve bir demlik cay+yarim paket sigarayla iftar yaptim. Gozyasim mi? Evet, hic dinmedi. 

Siralamalar aciklandi bugun. Hani gecmis alimlara bakarsak tirmalaya tirmalaya olacak gibi. Tabii alinacak kisi sayisi onemli. 4000 gibi bir alim yapilirsa Allah'in izni ve sevenlerimin duasiyla (buna siz de dahilsiniz) atanacagim. Sehir hic onemli degil benim icin. Bayrak sallanan her yere giderim. Ama Hakkari; ama Istanbul... 

Allah'tan anlayisli bir sevgilim var da "sen yeterki git hayatim, neresi olursa olsun. Kurtul bu dertten" diye bana telkin veriyor. Bu yuzden seviyorum onu. Sadece yatakta ikinci sinif zevklerini dusunmeyip gelecege dair mantikli konusmalar da yaptigi icin...

Aylardir yasadiklarimi kismen anlatabiliyorum. Asik Veysel'in dedigi gibi " Derdim yuregimde, eller ne bilsin"... Su sancili surecin kabusla degil, guzel bir ruyayla noktalanmasini ve bundan sonraki surecte hangi sehre gidecegim, baslayacagim okul icin evrak isleri, ev tutma derdi gibi tatli telaseler yasayip 3 Eylul sabahina Kadrolu ve artik soru isaretleri olmadan uyanmak istiyorum Allah'in izniyle.

Dilerim ve dualarim da bu yonde bu ve bunun gibi diger sinavlara calismak icin dirsek curutmus, emek harcamis, gozyaslari esliginde ders calismis, sinir krizini gecire gecire masa basinda ter dokmus ne kadar Ademoglu varsa gelecekleri ve gelecegim de cektigimiz sikintinin yogunlugu kadar aydinlik ve berrak olur...

Insanligin ve emegin degerinin anlasildigi bir gune tebessum esliginde uyanmaniz dilegiyle...

Not: Artik dua etmeye baslayabilirsiniz :)

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Yetti bu kara bulutlar!!

Gunlerdir depresifim, kabul ediyorum. Ne hissediyorsam onu yaziyorum. Sadece burayla da yetinmeyip face'de de devlete ve bilimum kotu duygu ve dusuncelere giydiriyorum surekli..

Bugun igrenc bir gundu. Sabah 9'dan aksam 5'e kadar gitmedigim devlet dairesi kalmadi su cik kadar sehirde.

 Ilgilenenler varsa "http://yok.gov.tr/" arastirma gorevlisi/okutman vs ilanlari verir. Yaklasik 41 universiteden sonra dayanamadim Hakkari "ondan ilersi yok gari" deyip Hakkari Uni.sine ikinci kez basvuru yaptim. Sabahin korunde kalktim, aksilik bu ya dun modem bozuldu!! Sen dur dur tam basvuru yapacagim gun yan, iyi mi? Babamin isyerine gittim, bir hal care bulsunlar diye. "Huzur sen bundan umudu kes, yeni al"dediler. Neyse babamin orda evrak islerini hallettim. Gittim fotokopiciye cikti fotokopi aldim. Derken askerlik subesinde tecil islemlerimi yaptirdim. Ordan Milli Egitim'e gidip evraklari onaylattirdim. Akabinde postahaneden APS'yle yolladim evraklari. Sonrasinda maas kartimin aktivasyon zamani gelmis, onu yaptirmaya gittim derken saate baktigimda 4'tu. Biraz vakit gecsin diye sallana sallana yuruken bir magazaya girdim. Cok guzel bir t-shirt gordum, icim gitti. 20TL hem de. Cebimde de tam 20 TL kaldi evrak islerini halletmekten. Haliyle arkama baka baka ciktim magazadan. Bagira bagira gitti yemin ediyorum t-shirt. Yarin carsiya inersem gucumu toplayip, hemen alacagim onu :) Son kalmisti rafta...

Bu arada, son 3 gundur hava (Allah'im gucune gitmesin) cosmus durumda. Veriyor santigrati, veriyor santigrati mubarek :) Arabanin derecesi 33'tu en son ve resmen vicik vicik olmustum. Tam evin onune park ettim iniyorum "Laaaan tecil belgesini almadim ya ben, nasil yollayacagim diger Universitelere" dedim ve gerisin geri carsiya dondum. Bu arada cebimde kalmis son 20 TL ve araba ciyak ciyak bagiriyor "Benziiiin benziiiin" diye. "Huzur yolda kalma, git al lanet olsun" deyip son parami benzine verdikten sonra belge isimi de hallettim. O t-shirt'u alsaydim bir de yolda kalmakla ugrasacaktim :(

Saat 17.00 gibi eve geldim vantilatoru acip uyuya kaldigimi hatirliyorum. Ablam kaldirdi "Huzur iftara ne yapiyoruz?"diye. Hemen annemi aradim, "gel oglum senin icin sunu sunu yaptim"dedi. (Annemin ogretisidir, yapilan yemek soylenmez:) Ayaklarimin altina bicak sapliyorlar sanki, oyle beterim. Neyse gittik, annem dokturmus her zamanki gibi. Yedik, ictik, donduk..

Ha annemlere giderken de modem alalim dedik. Malum kpss aciklanacak, basvurular var. Aldik. Geldigimizde onu kurmaya calisiyoruz. Allah'im ablamin laptop da benimki de birlestirsen bir laptop ancak eder. Bir onun laptopa bir benimkine kurmaya calisiyoruz derken 22.00'de baslayan kurulum macerasi ttnet'teki "suh sesli hemcinsim arkadasin" da katkilariyla 23.30 civari sona erdi. Bildigin sirilsiklam olmustum yine sikintidan.

Sonra bloglari okuyorum, baktim bir "sabah ereksiyonu" furyasidir gidiyor:) Baya eglendim cunku benim gibi conta yakmis bir arkadasim var, "burjuva amele" diyelim adina, annesinin meshur bir lafi var sacma sapan yerlerde duran seyler icin "bu ne be sabah s.ki gibi duruyor ortada" seklinde:) Ilk duydugumda kahkahayi basip " o ne lan?" demistim; ama sonra teyzemin ne kadar dogru bir tabir kullandigini anladim. 

Soyle ki gecen "sabah" hastaneye goturdum bir arkadasimi, Allahim insanlarin gectim kullanmayi araba parketmekten haberi yok!! Iki arabalik yerlere cekmisler, dolan dolan otoparkta yer bulamiyorum derken amcamin biri arabayi bildigin ortaya koymus gecisi engelliyor. "La havle, bu ne ya sabah s.ki gibi ortada" dedim birden kizginlikla. Arabada kahkaha koptu tabi :) "Huzur nerden bulursun bu tabirleri?"dedi arkadas. Sonra size bahsettigim ve ayni zamanda burjuva ameleyle ortak arkadasimiz olan "mercan" da: " Sabah ereksiyonundan bahsediyor" dedi. Ikinci parti kahkaha akabinde patladi tabi :) Yani diyecegim o ki millet cinsellige isim yakistiracagiz diye tirmaliyor resmen. Bak teyzem gayet amiyane ve acik sekilde belirtmis "sabah s.ki", yok ereksiyon yok bilmem ne :)

Hatta bir de fikra vardir bu konuyla bagdastirdigim;

Birgun Ingiliz'in, Fransiz'in ve Temel'in karilari oturmus sohbet ediyorlarmis. Ingiliz'in karisi demis ki "Beni kocam hergun alnima bir gul koyup operek uyandirir." Fransiz'in karisi "Benim kocam ayak parmaklarimdan baslar, alnima kadar oper. Ben de zevkin doruklarina cikarak uyanirim." Sira bizim Fadime'ye gelmis " Ben oyle orospuluklar bilmem, cisim gelir uyanirim"demis:) Olayin ozu bu. Ne o efendim sabah sabah, sevisiyorum de, kamyon devrildi de; ama kendine ozgu bir cumle kur. Ereksiyon=bizdeki dejenerasyon :)

 Ne zaman bilmedigimiz bir sey olsa annemle ayni anda "Ben oyle orospuluklar bilmem" der basariz kahkahayi:)

Dilerim yeni gune: "oyle orospuluklar bilmeden, cisimiz gelir ve uyaniriz" :)

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Bu Hayat Boyle Mi Olur?

Bu hayat hep boyle mi gercekten? Sadece umutsuzluk ve mutsuzluk mu asiliyor insana? Ya da benim gibi nevrotik bunyeler mazosist duygularla mi besliyorlar ruhlarini inan anlam veremiyorum blog...

Etrafimdaki insanlara surekli mutluluk saciyorum, her defasinda bol kahkahali sulu sulu gulduruyorum, ben de onlara eslik ediyorum bu rituelde; ama gel gor ki icim yaniyor, aciyor, daraliyor... Her nefes alisimda biraz daha dikenli soludugumu hissediyorum hayati. 

Oyle bir his ki sanki kose basinda sobelenmemek icin bekliyor umutlarim, hic istemeden oynadigim saklanbac oyununun zorunlu-gonullu ebesi olan beni... "Beni yorma hayat!" dedikce neden daha da agirlik cokuyor ustume? Mutsuzlugu sevmiyorum blog, inan gulmek icin var gucumle cabaliyorum. Oyle ki sacma sapan kahkahalar atip "hadi ama huzur, burdaki kahkaha son derece yersizdi" deyip acimasizca elestiriyorum kendimi. 

Bazi anlar geliyor "mutluluk maskesini" daha fazla tasiyamiyor yuzum ve indirmek zorunda kaliyorum. Maskenin altina gizlenen beni gormemek icin aynalarla kose kapmaca oynuyorum. Gun geliyor yattigim yerden kalkmadan 24 saati satiyorum pesin pesin.. "Bugun de anlamsiz bitti be huzur." deyip obur yanima donuyorum. Hani hep yalniz olan, zavalli olan, garip olan, mutsuz olan, bensiz olan yanima. Hani suan seninle dertlesen hatta yuzlesen yanima.

Soru isaretleriyle uyanmak istemiyorum artik blog. Ahmet Kaya'nin dedigi gibi "artik soru isaretlerini bir bir yargilayip asiyorum.." Olmek bilmiyorlar. Kanserli hucre gibi birinden kurtulsam 10 tane birden peyda oluyor aninda. Amacsizca yasamak istiyorum blog. 

Attigim her adimi sirf kendimi mutlu etmek adina atmak, disa vurdugum her kahkahayi bedelsiz ve donussuz yollamak istiyorum evrene. Bol bol gulucuk dagitirken firtina oncesi sessizligi hissetmek istemiyorum. Gulusume bedel bicmek istemiyorum blog anliyor musun? 24 saatligine de olsa ben oldugum icin mutlu olsam etiketlerimden arinarak.

Bilmiyorum blog, hissettigim tek sey "dibine vurmus mutsuzluk" Daha dogrusu umutsuzluk. Insanlarin yuzume bakip "hadi ama seni boyle gormeye aliskin degiliz, iyice coktun. Dusunme bu kadar" demesi dahi o kadar ofkelendiriyor ki beni anlatamam. Ya da anlatmaya calisirim da sacmalarim muhtemelen. Tipki suan yaptigim gibi. Beynim bulaniyor, dusuncelerim zincirleme kaza yapmis durumda. Mutluluga arkadan carpan bir umutsuzluk, ona bodoslama dalan isteksizlik ve son anda olaya dahil olan hayal kirikliklari... 

Soyler misin bunca kesmekesin icinde hangi guzellik billurlastirabilir simdi beni? Yaradan'a siginiyorum. " Rabbim sen akil sagligima mukayet ol. Biliyorum ki her seyin basi saglik.Boyle giderse bundan da olmak istemiyorum" diye yakariyorum...Beni sevdigine inaniyorum blog biliyor musun? Belki de bunca derdi bana benimle ilgilendigini ve zor zamanlarimda O'nu (hasa) cikis noktasi olarak gormek yerine her daim O'na sadik oldugumu bilmek icin veriyor. "Dermansiz dertlerden irak eyle beni Rabbim" diyorum bunu hissettigimde.

Beni sevdigine inaniyorum, yurekten hissediyorum. Tek istegim gecenin gunune kavustugu gibi benim de duzene kavusmam. Bunu sadece kendim icin degil, su Dunya'da dili, dini, irki, meshebi ne olursa olsun aclikla bogusan, dusmanla carpisan, sikinti ve eziyet icinde olan butun halklar icin istiyorum.

Ya Rabbim sen tum insanligin ve onlarin icinde bir karinca misali olan benim en tez ve hayirli zamanda AYDINLIGA KAVUSMAMIZI nasib eyle... (AMIN)...

5 Ağustos 2012 Pazar

Turkiye Agliyor...

Blog sahibi oldum olali kendimi kose yazari gibi hissediyorum ki en buyuk istegim (bir zamanlar yayimlanan "K dergisi"nde) bir kose yazari olmaktir...


Yasananlara tepkisiz kalamamak gibi bir ozelligim var. Ayni bilinci genis kitlelerce de olusturabilmek en buyuk utopyamdir. 8 asker ve yine terorist oldu Hakkari'de bugun. Tipki yillardir öldugu ve öldurdugu gibi...


Herkes PKK'ya kufur ediyor. "Allah sizi kahretsin, ölunuz les, diriniz kalles vs vs." Insanlarin goremedigi nokta ise her iki taraftan ölenler de birer "INSAN". Burdan farkli gruplarin savunulucugunu yaptigimi dusunmesin kimse. Ben olayin "insanlik" kismindayim. 


Söyler misiniz siz de o cografyada yasasaniz ve dogumunuzdan itibaren size "aslinda bu topraklar senin. Bu kallesler atalarina iskenceler yaparak senin elinden aldi." seklinde bir dayatmada bulunsa siz ne tepki verirdiniz? Sesinizi duyar gibiyim "onlar da okusun, salaklar mi? Onca yazilan/cizilen var." O zaman ben de sunu sormak istiyorum: "Kacimiz 80'li yillarda, hatta Cumhuriyet'in kurulusundan bu yana o insanlara yapilan iskenceleri okudu?" Sahsim adina okudum ve bu Ulke'nin vatandasi olarak kendimden utanc duydum. Cok kucuk bir bilgi paylasmak istiyorum size o zamanlarda yapilan " Köyun buyuk erkekleri meydana cikartilip, anadan uryan soyundurularak kakalari yaptiriliyor ve kakalari kendi es-cocuklari ve koy halkinin önunde ZORLA yedirtiliyormus". 


Simdi sormak istiyorum babaniza/dedenize/amciniza kisaca akliniza gelen bir buyugunuze gözlerinizin onunde bu iskenceler yapilsa nasil bir psikolojiyle buyurdunuz ve bu Ulke'ye nasil bir yaklasimda bulunurdunuz? Kabul ediyorum, bugun Dogu'ya yapilan yatirim ve yardim bir Karadenizli olarak benim köyume yapilmadi. Yil 2012 ve benim köyumde hala yol yok!


Evet bu demek degildir ki insan öldurelim. Sunu unutmamak gerek bugun askeriyenin ve dis guclerin nemalanmasi gereken bir seyler olmak zorunda. Sayet PKK gibi bir teror örgutu olmasa askeriyeyi kim takar? Gucumuzu göstermeye calistigimiz tek alan ic savas degil mi?


Baris yoluyla bir seyler cözmek istesek, emin olun bizden önce dis kuvvetler buna mani olur. Orada besledikleri insanlar sadece birer piyon. Asil amac Irak-Suriye-Turkiye 3'lusunun 3.kolu icin hazirlik yapmak. Bugun Super Guc'un elinde kalan petrol rezervleri 50 yillik ömre sahip ve adamlarin yakita ihtiyaci var. önlerini göruyorlar, elbette karisiklik cikartacaklar ve parcalamaya calisacaklar bizi. 


Bakin "Kurtaj Sorunu"nu ortaya attilar gecenlerde, neden? Cunku Suriye'ye Savas Ucaklari kesif gezisi yapiyordu. N'asil uyutacaklardi milleti?Alin dediler size sorun.Yazin, cizin, kufredin de biz de isimize bakalim. Uyuma ey Halkim! Gör artik önunu! Benzin aliyorum bugun bir baktim litresi 4.47 TL! "Oha, ne ara firladi bu kadar?"dedim. Cevap ortada. Suriye olayi patlak verdiginden beri.


Dagilmayayim, insanlara sunu anlatamiyorum. Yillardir öluyor ve ölduruyoruz, sonuc? Kan, gözyasi, aci dolu aileler. Demek ki bu insanlarla konusmak, ortak paydada bulusmak lazim.Yoksa yarin ben de sen de o da kisaca hepimiz keklik gibi vurulacagiz. Birkac ay once dagdakilerden affedilen bir teroristin konusmasini okudum bir yerde. Gercekleri öyle guzel gösteriyordu ki. Hatirladigim kadariyla aktariyorum: " Ben daga ciktigimda 15 yasindaydim ve karsimda 20'li yaslarda bir Turk askeri. Geldim 25 yasima ve yine karsimda 20'li yaslarda bir Turk askeri. Biraz daha zaman gecti 30'larimdayim, bakiyorum hala 20'lik bir delikanli. 45 yaslarindayim suan ve anladim ki bunun sonu yok, teslim olmaya karar verdim ve hala karsimda 20'li yaslarda bir Turk." Ne kadar aci ve acik degil mi?  


Bugun 2-3 ay egitim verdigimiz insanlari daglara yolluyoruz carpissinlar diye.Karsilarindaki insanlar ise o cografyanin adami. Yillarini o daglara vermis. Haliyle gencecik, umut dolu insanlari tabiri caizse "keklik gibi" avliyorlar. Avrupa'nin her seyini örnek aliyoruz; ama 18.yy'dan bu yana bir askeri sistemini tam oturtamadik. Halbuki, Metehan zamaninda kurulmustu 10'luk sistem, hani gunumuz Dunya'sinin hala daha temelini olusturan.


Askerlik gönullu ve mesleki olmali. Acemi insanlardan asker yaparak sadece nufusun cogalmasini engellersin, suan yaptigin gibi. Sonra Asker Erbabin'dan buyukler "Kiniyoruz" derler. Ne oldu kinadin da? Hangi annenin gözyasini ve acisini dindirdin? Sen huzun dolu 2 dakikalik konusmani yaptin, sonra sirca köskunde viskini yudumlamaya gittin... Ocagina ates dusen insanlar ne yapsin? Once senin halini kinasin evet, sonra?


Sonuc olarak, silahla cözemeyecegiz biz bu problemi. Ne demis atalarimiz "Kalem kilictan keskindir!". Otur adam gibi masaya, dertlerini ve isteklerini dinle bu insanlarin, orta yolu bulmaya calis!


Dilerim dili, dini, irki ne olursa olsun hicbir insan evladi daha fazla bu aciya maruz kalmaz; ve umarim Gunes umut, sevgi, baris icin dogar butun halklarin uzerine...