23 Aralık 2014 Salı

Duyguları sömürmek...

     Sürekli bir duygu seramonisi içerisindeyiz. Sevgi, nefret, öfke, hüzün, aşk (error error error:).... Evet, kötü olanları saman alevine atıp kurtulmak en güzeli; ama sevgiyi de harcamayalım be arkadaş! Kolay kazanılmıyor çünkü bir insan evladının yüreği... Dostluklar kolay kök salmıyor; aşk desen bu şartlarda imkansıza yakın...

     Evet, çocuklarımı seviyorum; çünkü ''masumiyeti'' seviyorum. Evet, ailemi seviyorum; çünkü ''karşılıksız emeğe saygı duyuyorum''. Hep düşünürüm: ''Anne-baba olmak nasıl iştir?'' Hiç bir karşılık olmadan, maddi-manevi, hayatını bir çocuğun önüne sermek... Muhtemelen de anlayamayacağım.... Evet, dostum dediğim o nadide insanları seviyorum; çünkü onlar için emek sarfediyorum; önemli olduklarını hissettiriyorum. Karşılığını da alıyorum ve tarifi namümkün mutluluklar yaşıyorum. Bu cümleleri ''saf çıkarcı'' bir zihniyetle yazmıyorum;  karşılığının ''insanlık ve sevgiden'' öte olmadığı duygu paylaşımı...

     Gel gelelim, iki günlük tanıdığım insanlara bu cümleyi kurmam! '' Seni seviyorum'' kutsal bir cümledir; düşüncesizce harcanmamalı... Yüzeysel ilişkiler yaşadığım, iş arkadaşlığı gibi, insanlara da kutsalımı açmam! Adı konmamış bir birliktelik için yola çıktığım insanların ''yersiz samimiyetleri'' bana hayli itici ve samimiyetsiz geliyor. 4.cümlesinde bana ''seni seviyorum'' diyen adama ''eksik olma''dan öte bir karşılık veremem; yoksa kendimle çelişirim.

     Nereden daldım bu konuya? Geçen gün, yeni yeni samimi olduğumuz bir meslektaşım ''İlk geldiğinde çok daha sert bir insandın Huzur; alışma sürecin olduğunu düşünmüştüm; o nedenle şimdi söylüyorum bunu''dedi. Şaşırdım elbette, cümlelerime dikkat etmeye çalışırım; özellikle de yeni girdiğim ortamlarda.. Evet, ilk etapta ''soğuk, ukala, nobran'' gibi olumsuz eleştiriler alırım; zamanla insanlar beni tanıdıkça, ördüğüm duvarları samimiyet derecesine göre ''alçalttığımı'' anlarlar. Sohbetinden hoşlanmadığım insanlara da bunu hissettiririm; böylece ne ben onların ne de onlar benim vaktimizi çalmış oluruz.

     Tabi bir kelimenin peşine takılan ben, bunu sorgulamadan edemedim; insanları gözlemledim bu süreçte... İlişkilere baktım etrafımdaki... Üzüldüm... Samimiyetsizlik senfonisi... Gereksiz sevgi gösterisi... Şuna karar verdim: En büyük korkumuz ''yalnız kalmak''... Bunun için de var gücümüzle dağıtıyoruz elimizdeki sevgiyi; yerli yersiz... Düşünüp etmeden... Sonra, en ufak bir darbede kumdan mütevellit haleti ruhiyelerimiz yıkılıveriyor...  ''Değer mi?'' demek geliyor içimden... Cin olmadan adam çarpmanın hazin sonu...

     Kapitalist düzen, ruhumuzu da işgal etmiş anlaşılan, yazık!


''Sana yepyeni türküler verdim, 
uzak dağların ötesinden gelen... 
Sana yepyeni çiçekler verdim; 
kapıyı aç bulutlar girsin!! 
Gülmeyi bilen çocuklar geldi; 
tükenme!! ''        










    

20 Kasım 2014 Perşembe

Katırlaşmış düşünceler...

     Bilmem, acaba ben mi çok derine dalıyorum kavramları irdelerken? Yoksa fazla yüzeysel bir hayatta, fütursuzca var olmak mı aslolan?

     Yıllardır, etrafımdaki insanların ilişkilerine bakarım. Arkadaş, sevgili, dost... Yaklaşımları, beklentileri, yükledikleri anlamları... Muhteşem bir ebru çıkıyor ortaya. İnsanın ''dostum'' dediği onlarca olmaz! Bir elin parmağı kadardır ve insanın kendini dibine kadar açtığı, karşılıksız sevgi ile kurulan bir ilişkidir. Çınar misali iki yürekte kök salar, kardeşten öteye bile geçer. Hayatınızda kan bağı gibi bir engel yoksa ya da kan bağının önemine inanmıyorsanız diye yumuşatalım cümleyi, dostunuz kardeşinizden bile daha yakındır size.

     Arkadaşlık daha yüzeyseldir. Yeri gelir 3-5 saatlik bir otobüs yolculuğunda da olur, aynı iş yerinde yıllarca yüz yüze bakıp da bir arpa boyu yol alınamamış da... Ama hem dost hem de arkadaş kavramının ortak özelliği '' Her ikisiyle de YATILMAZ!'' 

     Şehirlerin nüfus oranı ve yalnızlık oranı doğru orantılı olduğu bir dönemde insanlar bu kavramları kaygan zeminde, biraz da işlerine geldiği için istediği yöne çekerek kullanır oldu. '' İyi anlaşıyoruz, ortak bir çok yönümüz de var, sevişiyoruz da!'' Bunu, sadece eşcinsel ilişki olarak görmeyin; hetero ilişkilerde de aynı çiğlik mevcut! İngilizcemiz gelişti bu sayede. Sorsan adını söyleyemez; ama '' One night standler, fuckbuddyler, friends with benefitler'' herkesin diline pelesenk!!!

     Avrupa'dan neyi örnek aldığımız ve vardığımız nokta ortada! Tüm kavramları hızla tüketirken aynı zamanda kendimizden de yediğimizin farkında değiliz. Sonra ne oluyor: Sonu çıkmaza varan, bir yerlerde tıkanan, katır misali türeyen ama üreyemeyen kavramlar yumağı...  

     ''İhtiyaçlarım var'' gibi ilkel cümlelerle gelen insanlar hakkında cümle dahi kurmuyorum. Bugün, dünya üzerinde ''sevişmediği için ölen'' bir insan göstersinler bana; tüm doğrularımı yıkıp o insanların benimsediği ilkelerle yaşayacak kadar da büyük konuşuyorum!

     Hayıflanmadan önce, kendimizi sorgulayalım. Hayatımızdaki insanlar hayatımızın neresinde? Kimi, hangi sıfatla hayatımıza alıyoruz? Beynimizde bir şeyler netleştikçe, ruhumuzda da güzel melodiler çalmaya başlayacaktır.





 



 

8 Kasım 2014 Cumartesi

Masumiyet ''yok'' olurken...

     Yalnızlık mı duygusallaştırıyor yoksa duygular mı yalnızlaştırıyor, bilmiyorum; ama halet-i ruhiyem pek iç açıcı değil...

     Kelimeler fazla önemli benim için. Belki de bu yüzden ''daha az kelime, daha az insan, daha az ses; daha çok huzur'' arayışındayım.

     Günlerdir hatta yıllardır düşündüğüm, yandığım, yanacağım olaylar... 1990'lar... Bosna'da katliam.. İnsanları değil; insanlığı öldürüyorlar... En çok da masumiyeti.. Çocukları... Savaşta düşmandan kaçan bir ana-oğul.. Soluklanmak için durduklarında çocuk fısıldıyor titreyen yüreğiyle: '' Anne, bu askerler... Küçük çocukları küçük kurşunlarla öldürürler, değil mi?... Okurken süzülen yaşlar yüreğimde birikiyor, geleceğe hazırlık yaptıklarını bilmeden..  Biraz daha ilerliyor zaman.. 2000'lere dayanıyor. Irak'ta bir yetimhane.. Savaşta annesini kaybeden bir kız yetimhanenin avlusuna anne resmi çiziyor ve tam kalbinin üstüne kıvrılıp yatmak için terliklerini kenarda çıkarıp bırakıyor. Anne yüreğinin temizliğini unutmuyor. Yüreğimde birikenleri ziyan etmemek için biraz daha depoluyorum gözyaşı... Yıllar 2014 Ekim ayını gösteriyor. Ermenek yanıyor bu sefer.. Ömer konuşuyor madendeki babasının özlemiyle: ''Babama Galatasaray'ın maçı var desek gelir.'' Maülke yanıyoruz bu cümleyle... En gümrah beddualar dökülüyor dilimizden banka hesaplarını kabartmaya çalışan mahlukların o babayı madene gark etmesine..

     Böylesi yangınla kavrulurken, okul bahçesinde yanıma sokulan öğrencim de istemeden odun atıyor ruhuma... Burnunda sümüğü, yokluğun vücut bulduğu bir öğrencim... Derslerle ilgilenemeyecek kadar hayatla hercümerç olmuş; çocuk yaşında çalışmayı ve aile geçindirmeyi kendisine yükleyen hayatın altında omuzları biraz daha çökük... Şiddetli bir boğaz enfeksiyonu var; ama ekmeğe mi yoksa kabana mı para vermesi gerektiğini çoktan seçmeli kendine sunan hayatta cevabını zorunlulukla işaretlemiş: Anasına ve kardeşlerine ekmek götürmek için nefti soğukta berber dükkanında çıraklık... Selam veriyor vücudunu titreten bir öksürükle ;

     - Günaydın öğretmenim.
     - Günaydın oğlum, hastasın. Neden kabanını giymedin?
     - Kardeşim giydi öğretmenim.
     - (yutkunuyorum) Peki doktora götürdü mü annen? İlaç aldın mı?
     - Evet öğretmenim aldık (Bu sırada, okul kapısından içeri giriyoruz)
     - Tamam, içtin mi peki?
     - ''Tok karnına içeceksin'' dedi eczacı, öğretmenim...

     Bakakalıyorum birden, usulca ''tamam oğlum'' diyorum ve hızla uzaklaşıyorum yanından ona poğaça almak için; dilimde okkalı bir küfür, gözümde yağmur bulutu...



1 Kasım 2014 Cumartesi

Yeni bir başlangıç ve eskimeyen huzursuzluk

     Yıllarca özlemini kurduğum, savaşını verdiğim ''kendi ayakları üstünde durmak'' eylemini hayata geçirdim. Bunun mutluluğunu ve Yaratıcı'ya olan şükranımı dile getiriyorum.

     İnsan kendi ayakları üzerinde ne kadar dik duruyorsa, gerçekler de aynı netlik ve sertlikle gelmeye başlıyor. Beklentiler, temenniler, imalar.... Bu sefer vicdanınız ele alıyor sizi ''Buna da yardım et, buna da koş, şunu sakın unutma!'' vs vs... Siz yetmeye çalıştıkça biraz daha eksiliyorsunuz ve bu adaletsiz kısır döngü en sonunda girdap olup sizi biraz daha içine çekiyor.

     Havada yine bir kömür kokusu... Bu sefer biraz daha sulu, tahta parçacıklı... Göz yaşları biraz daha kara... Karaman'dan Ermenek'ten geliyor bu sefer duman... Hem göçen ocaklarda artık umudun kesildiği 18 candan, hem de o canları viran umutlarla bekleyen yakınların yüreğindeki yangından... Genzine oturuyor insanın bir şeyler. ''İNSAN''ın diyorum, ha keza, Ermenek'i onlara mezar yapan insan görünümlü mahlukları tenzih etmek gerekiyor. Vicdan ve para arasında ''o piti piti yapıp'' kağıt parçalarını ilahlaştıran yaratıklarla aynı türde olmanın öfke ve utancını yaşıyorum, naçizane. Birileri ayakkabı kutularını doldurabilsin diye bir başkası yer altını doldurmak zorunda kalıyor bu coğrafyada!!

    Ayakkabısı delik, yüreği yarım çocuklarla avunmaya çalışıyorum artık yeni şehrimde. Bedenimi hastalıktan mahrum bırakmayan soğuğa karşı yüreğim biraz daha harlı... Babam yaşında insanların, evlatlarının istikbali için kilo işi verdikleri emek mücadeleleri ve emeklerinin adaletsiz karşılığını yanlarında getirip kulağıma eğilerek, sanki yaptıkları iş utanılacak bir işmiş gibi, biraz daha mahcup bir edayla yardım çağrısında bulunmaları yüreğimdeki ateşe biraz daha odun atıyor. Soğuktan donmuş minicik elleriyle tek beklentileri sevgi ve ilgi olan sabilerin arasında kaybolmaya, hatta yok olmaya çalışıyorum.

    Küçücük evimde günün özetini kafamda yaparken peş peşe sigara yakıyorum. Her analiz bir küfrü doğuruyor. Her küfür bir yıkımı ve her yıkım bir diğer sigarayı... Ruhumun derinlerinde kalan acıya basıyorum izmariti şimdi.

    Badem bıyıklarından aldığı güce dayanarak koltuğu kapmış makam mevki sahipleri her fırsatta bana ''ayağın her an kayabilir'' imasıyla aba altından sopa gösterirken ''Huzur, lütfen sus! Zamanını bekle!!'' diyerek avunmaya çalışıyorum. Sonra, hayatını kazanmak için inşaatlarda okul sonrası amelelik yapan insanlarla karşılaşıyorum. Genç yaşta, sevgili elinin sıcaklığını hak eden delikanlının kazma sapına, çimento torbasına berdel edilmiş nasırlı elleri... Kesinlikle yaptığı işi hakir görmek değil amacım. Sadece yapılan haksızlığa, yüreğimden geldiğince, sessiz bir isyan... Biraz daha yetemiyorum ve biraz daha yitiyorum..


    Bunlarla yoğrulurken hayatıma birileri girmek istiyor. ''Hoş geldin'' diyorum; ama gelenler sadece kalanı götürmenin derdinde.. Sonra ben pikemi alıp biraz daha kıvrılıyorum peteğin yanına. Üşüyen ruhuma iyi gelir umuduyla...


   

25 Ağustos 2014 Pazartesi

Neye niyet, neye kısmet?

Sonunda duam kabul oldu sanırım. '' Allahım, sadece bir gün düşünme yetimi al; aptal aptal bir insan olayım ve verebildiğim tek tepki gülmek olsun.'' diye yıllarca dua ettim. Sanırım, 1 ay önce duam kabul oldu. Yalnız, sıkıntı şurada: ''verebildiğim tek tepki...'' bölümünde ya melekler ya ben tünele giriyorduk ki sonu anlaşılmamış, çünkü gülmek dışında bir çok tepkiyi veriyorum. Özellikle de öfke...

Cümlem kalmadı demiştim önceki yazımda. Evet, cümle üretemeyecek kadar boşladım kendimi. Bazen, omzumdan yukarısının yük olduğunu düşünüyorum; o derece... Sonra, bakıyorum etrafıma: ''Arkadaş, neden bu kadar gerizekalı bir millet olmak zorundayız?'' deyip başlıyorum öfkeden sövmeye... Hele ki bizim jenerasyon, nefes almak haram kılınmalı ( kendimi de dahil ediyorum) bu gruba!!!

Bu ara meşhur video var ya hani ''fakirler ölsün Porsche'den selamlar..'' Bizi anlatan en güzel söz aslında. Bugün, düşünce fakiri, üretemeyen tüm beyinler ölmeli; aksi halde beyinsizler çöplüğüne döneceğiz!!! Yahu, hiç mi üretemezsin kardeşim? Sorgulaman da mı yok? Niye verildi o beyin sana? Ben geçtim eşcinselliği falan, hayati konularımızda dahi bir fikrimiz yok ki tutup da çevreye, aileye ''hobaaa ben ibneyim biliyor musunuz?'' diyelim.

İşin ibneliği varsa şayet, bunu kendini Ademoğlu'nun has örneği sanan tüm eril ve dişil yaratıklarda aramak gerek. İçimizde yok mu? Elbette var, ne yapalım; onlar da üretemiyorsa ölsün, ölmeli, ölmek zorunda!!! Salaklığa tahammülüm kalmadı gerçekten.

Gereksiz bir altı ayımı heba ettikten sonra hummalı bir kpss sürecine geldim ve çok şükür emekliliğimin geldiği yaşta bir yerlere gireceğim (2-3 seneye yaştan emekli ederler zaten beni:) Bakıyorum insanlara, konuşulan konulara, cümlelere... Bu kadar gereksiz, saçma, basit, bayağı... ''Öl birader sen; hatta seni gömmeyelim ki börtü böcek etkilenmesin, direk kramatoryum uygulanmalı!!! Sonra at foseptik kuyusuna, su akar yolunu bulur zaten.''

Allahım, gerçekten özür dilerim. Bundan sonra söz saçma sapan isteklerde bulunmayacağım senden. Subhaneke dinimiz amin! ;)


29 Haziran 2014 Pazar

Biz kimiz?

Dönemsel duygularımız oluyor her daim, kabul ediyorum. Öfke'de tutuklu kalmak hoş değil sadece, altını çizmem gerekiyor. Sonra bakıyorum etrafıma, Ülke gündeminden yaşam tarzımıza en yoğun duygu bu, öfke.. Gerginlik... Her an birbirimizi yaralamak için uğraşıyoruz. Aşısı unutulmuş denek hayvanları gibiyiz. Kılıflarımız hazır her daim.. Ramazan, işsizlik, haksızlık, lgbt olmak... Hepimiz yaralıyız, kimin ruhuna dokunsak hep yarım kalmışlık..

Müslüm Baba'nın manevi çocukları modunu atamıyoruz üzerimizden; ama kadın erkek Kadir İnanır egosuyla hareket ediyoruz. Kırıklıklarımızın ucunu bileyip etrafımıza batırmaktan zevk alıyoruz. Biz ne ara böyle olduk? Ben mi çok salağım? Freud'u haklı çıkartmak zorunda mıyız: ''İnsan doğuştan kötüdür.'' Hani ''insan olmak'' diyoruz; ama uğraş yok, emek yok, bunu göstermek için hareket yok. Olsun, insanız. Değiliz arkadaş!! Harekete geçmiyorsak değiliz!!!!

İnsanlar ''grindr'' yasaklandı diye ayağa kalktı bir zamanlar ''Vay efendim, pornografik içerik yok. Medenice konuşuyoruz.'' Yahu herkes kültür ateşesiydi de bir bana mı sapık insanlar denk geliyordu? 3.cümleyi kuramadan insanca, kıl-tüy muhabbetine girilmesi mi medeniyet?

Bugün hala eşcinselliği oturtamamış kişiler var. Sorsak, en çok onlar yaralı... Çok yalnız ve mutsuz. Neden? Çünkü yattıkları insan sayısına parmakları kifayetsiz kalıyor. Bacak arasından mutluluğun geçmediğini onlarca bacak arasından geçtikten sonra anlayabiliyorlar. Sonra bu Ülke'de neden eşcinsel olmak bu şekilde algılanıyor deniyor. Yapma arkadaşım, bunun böyle algılanma sebebi sensin.

İnsan davranışları, konuşması, seçtiği kelime ve cümleler karakteri yansıtır bana göre. Yüzünü görmeden size yazan birinin 3 cümlesi aşağı yukarı bir robot resim çizer kişinin kafasında; şayet satır altını okuyabiliyorsa karşıdaki.

İnsanlara bakıyorum ve üzülüyorum. İnsanlık bu olmamalı diyorum. Şayet buysa, kendimi bir kez daha sorguluyorum ve öfke+karamsarlık karışımı bir ruha bürünüyorum. Cümlelerim daha siyah olmaya başlıyor. Daha bir silüet... Noktalarım daha keskin izler bırakıyor. Yüklemlerim daha bir sivri...

İnsan olmak ya da içimdeki insanı ayakta tutmak adına gümrah endişelerim var.


2 Haziran 2014 Pazartesi

Çürümüş İnsanlık Adına

Sancılı bir yıl dönümü... Kana susamış toprakların ölüm kustuğu bir sene-i devriye... Tam da bu zamanlarda ateş düşmüştü yüreğimize.. Aynı acıyla kavrulduk, yetmedi topyekün öldük; ama maddi ama manevi... Değerlerimizi yitirdik biraz daha, gencecik insanları haksızlığın cellatlığına sunduk..

İçimde kopan fırtınalar da bu topraklar gibi.. Yaşadığı coğrafyanın ruhuyla beslenen bir bünye... Yoğunlaştığım dönemlerde hayatla bağımı biraz daha koparıyorum. Hani gerçekliği kaçırmaya başladığı dönemler olur ya insanın.. Varlıkla yokluk arasında yayık misali gidip gelen... Ruhu mayhoş tatlarla mayalı... Diyorum ya ''benim cümlem kalmadı''. Yazmış olmak adına yazıyorum, ilk defa gereklilikten, zorunluluktan...

Bir ''gezi ruhu''muz vardı bizim sözde(!!!) İnsanların safça umut bağladığı. O saflardan biriydim ben de... Cinnah yokuşuna sevinç gözyaşları bırakıp gaz yemeye Kızılay'a giden saflardan... Gülmüştü bana arkadaşlarım ''ne safsın oğlum, hemen umutlandın!!'' diye... Meğer ne haklılarmış..

Eyleme gittiğimde bir kez daha anladım, aslında her geçen saniye biraz daha yok olduğumuzu.. Bugün Gezi direnişine katılıp akabinde '' ÖZSÜT, MADO, BURGER KING, MC DONALDS, STARBUCKS, D&R ve aklıma gelmeyen'' Gezi karşıtı mekanlardan alış-veriş yapan insanlar var olduğu sürece bu ülkede hiçbir eylemden sonuç alınamaz.. Ali İsmailler, Ethemler, Berkinler biraz daha ölür ve biz ''ayıp olmasın'' diye iki slogan atar susarız. Balık hafızalı falan değiliz biz!! Düşüncesine dahi sahip çıkamayan, hayatta duruşu olmayan münafık zihniyetli insanlarız!! Kimse yönetime bok atmasın artık. MÜSTEHAK bize arkadaş. Bu kadar aciz bir güruh daha olamaz. Nefsine bu kadar mı gem vuramazsın? Strabucks'tan ''white chocolate macchiato'' içmediğin zaman eksilmiyorsun; ama içtiğin zaman kabrinde ruhu yanan bir insan oluyor. Senin düşüncen için ölene de mi saygın yok? O ana-babaya, kardeşe belki de sevgiliye karşı yüzün hiç mi kızarmıyor. Cevabın evet ise sana zaten sözüm yok; ama lütfen ben destekliyorum deme, sadece köstek olmuş oluyorsun.

Nefret ederim ''Avrupa medeniyet yeridir'' cümlesinden, yaptıkları ve yapıyor olduğu aşikar bir kıtanın kemik misali ''İnsan Hakları''nı önümüze atmasından bellidir neyi ne kadar yaptığı; ama adamlarda bir duruş var. Netler, açık seçik gösteriyorlar kendilerini. En yakın gelişme Ukrayna... Adamlar çatır çatır direndi; ama direndi!!! Yalan kalabalıklar oluşturmadılar... Benzin 1 kuruş yükselsin kontak kapatıyorlar, harçlar yükseldi diye Rektörlüğü indiryor adamlar. Kısacası, haklarını biliyorlar. Ben geçtim ekonomik hezeyanları, ölümüze sahip çıkamayacak kadar reziliz...

Eylemde etrafıma baktım, toplu monologlar hakimdi... Biri yırtınırcasına bildiri okuyor, dinleyen yok. Öteki, çocuğunun sınavına yetişecek ''bitse de gitsek'' havalarında... Bitmeden terkettim orayı. Acıdım önce ölenlerime sonra aynı düşünceyi paylaştığım (!!!) insanlara. Evet ölenlerİM... Bana, düşüncelerime sahip insanlardı onlar.. Benim için ve benim gibi düşünenler için kendi baharlarını yaktılar. Bininci kez değmediğini anladım. Özür diliyorum şimdi hepsinden. Rahat uyuduğunuza inanmıyorum; ama en azından bunun için direnin...

Hırçın bu yazım, kabul.  Mamafih, son derece gerçek ve doğru. Blog dünyasına uğrayıp benimle aynı görüşte olduğunu söyleyen; ama buna rağmen tepkisini hala ortaya koymayanlardansan (koyamayan değil, koymayan) bu yazıyı okuduktan sonra suçla kendi birader! Utan biraz! Belki içinde ''hala'' vicdan olgusu duruyordur. Seninle aynı düşünceyi paylaştığı için hayatla pazarlığa girip hayatsız kalan o insanları düşün ve utan!

Not: Sözümün kimlere olduğunun altını bir kez daha çiziyorum. Tepkisini ortaya koyan insanlar, baştacısınız.. Benimle aynı görüşü paylaşmayanlara ise saygım sonsuz, üzerlerine alınmalarını gerektiren bir nokta zaten yok.

İnsan olduğumuzu unutmadığımız nice zamanlara...






26 Mayıs 2014 Pazartesi

Acıyla harlamak..

     Uzun zaman oldu değil mi? Birikenleri kusmayalı, acılardan dem vuramayacak kadar uzun... Askerlik sürecini, önceden belirttiğim gibi, hatırlamak dahi istemediğimden yazmayacağım.

    Neler gördü bu Ülke... Yetim bir bahardan çıktı ve buruk bir yazda kavrulacak şimdi... 17 Aralık gördü, ayakkabı kutuları, paralar, riyakarlık... Ekmek almaya giden çocuğun elinde kendi hayatının arta kalanı, küçücük avucunda çocukluğu... Yıkılışını gördü... Ölümler gördü yerin altından ve üstünden... Kazmasının sapına bağladığı hayatı ile yine aynı emek ile koparıldığını... Koparılırken ''fıtrattan ibaret yaşamın meşhur sonu'' klişesiyle uğurlandı 307 can... Bir tanıdığının cenazesine gidip cenaze olan Uğurlar gördü.. Biraz daha ölüm biriktirdi ben yazmayalı. Keşke, ben hiç yazamasaydım da ölümler olmasaydı.. Diyor ya üstad ;

'' Öyle bir ağlasam
Öyle bir ağlasam çocuklar
Size hiç göz yaşı kalmasa...''

   Olmayan huzurum hepten kaçtı benden. Şimdi küçük şehrimde, içi boş duygularla yaşamaya çalışıyorum sadece. Önümde gri bir gelecek... Gelecek mi, o da muamma ya.. ''Ya nasip!'' diyerek devam ediyorum nefes almaya..

    Bu coğrafyanın bana ve benim gibi düşünenlere dar geldiğine inanıyorum. Vatan, millet ve bayrak kavramı olmayan ben, şimdi iki kat yoğun hissediyorum aidiyetsizlik duygusunu.. ''Hangi toprak sular seni Huzur? Hangi coğrafya paylaşır seninle havasını? Hangi su, ferahlatır yüreğini?'' Bulduğum anda orayı, suyumu o yöne akıtmak istiyorum ve sanki buldum gibi gibi...

     Askerlik sonrası mini bir tatil yaptım Ege kıyılarında... ''Kalbim Ege'de kesin olarak kaldı'' benim. İnsanı, doğası, hayatı... Bu kadar mı güzel olursun? Bu kadar mı iyi gelirsin bir yüreğe? Hangi kaldırım taşını kaldırsam, altından tarih çıkıyor.. Gördüğüm her anı, bir daha denk gelememe korkusuyla kazıdım zihnime...

    Benim bu ara söyleyecek pek sözüm kalmadı... Sessizliğimin gürültüsünde kayboluyorum genelde. Uzun sessizliklerde yitip gidiyorum..

   En güzel cümleleri kurana kadar;